Anlatımı güçlendirmenin yollarından biri de benzetmedir. Zayıf olan, güçlüye benzetilir. Elde zincir sallayan kabadayının ‘boğa’ya benzetilmesi gibi. Sözlükler, benzetmeyi, bir şeyin niteliğini anlatmak için o niteliği eksiksiz taşıyan bir örnek olarak gösterme işi olarak tanımlar. Öfkeli, saldırgan insanların en çok kullandığı sözcüktür. Canları sıkıldığında, ‘benzetmek’ için yoğun mesai harcarlar:
-Bugün adamı iyi benzettim!
Canımızı sıkan insanları iyi benzetiriz!
Söz varlığımız, benzetme konusunda da oldukça zengindir. Elma yanaklı çocuklarımız, kabak kafa komşularımız, davul göbekli iştahlılarımız vb. örneklerden de anlaşılacağı gibi konuşurken ya da yazarken ‘benzetme’ye bayılırız.
Konuşup yazmayı sevmeyenler, resim yaparak ya da karikatür çizerek benzetmenin etkin gücünü harekete geçirirler. Sanatçılar, insanın yılan, örümcek, koyun, öküz vb. canlılara benzetilmesi ile ilgili sayısız esere imza atmıştır.
Köylerimizi ve kentlerimizi, daha iyi olduğunu düşündüğümüz yerlere benzetmek âdettendir. Kentlerimizi tanımlarken aklımıza ilk gelen Avrupa kenti, Paris’tir. Erzincan’ı, Elazığ’ı ya da Erzurum’u beğenenler, Paris’le benzerlik kurmaya âdeta ‘mahkûm’dur:
-Erzincan, Doğu’nun Paris’idir…
-Erzurum, Paris’i andırıyor…
-Elazığ deyince akla Paris geliyor…
Beğenilen kentlerimiz, Paris’le birlikte anılarak ‘onurlandırmış’ olmaktadır!
İnşaat patlaması yaşanan ülkemizde kendimize özgü bir kentleşme modelinin niçin yaratılamadığı sorusunu sormanın bir yararı yok ne de olsa…
Paris, bizi asıl moda konusunda etkilemiş bir kenttir. Alafranga züppelerin çarpık çurpuk Fransızca konuşmak için çaba harcadıkları dönem geride kaldı. Günümüz züppeleri ‘lisan’ tercihini Fransızcadan yana yapmıyor artık. Anlasalar da anlamasalar da ‘İngilizce’ konuşarak ‘prim’ yapıyorlar! Böylece, düzgün Türkçe konuşma ya da yazmanın kıymeti harbiyesi kalmıyor.
Manto, Fransa’dan ‘ödünç’ aldığımız bir kıyafet. Fransızlar, ‘manteau’ olarak adlandırıyor. Soğuk günlerin vazgeçilmezlerinden. Mantoyu giyen soğuktan korunuyor. Son yıllarda ‘üşüyen’ binaları ‘giydirmek’ için ‘mantolama’ yapılıyor. Binaların dış cepheleri ‘köpük’le kaplandıktan sonra sıvanıyor. Bu yöntemle, binalarda ısı yalıtımı sağlanmış oluyor.
Manto, edebiyatın da ilgi alanlarından biri olmuştur. Sabahattin Ali‘nin Kürk Mantolu Madonna romanı bunlardan biridir. ‘Mantolanan’ binalarda oturanların bazılarının, Kürk Mantolu Madonna okuyarak soğuk kış günlerinin tadını çıkardıkları görülüyor.
İnşaatçılarımızın, ‘ekmek teknesi’ mantolamaya gereken özeni gösterdikleri söylenemez. Dolandırıcılıktan yargılanan ‘çakma’ bir iş adamı, yargıcın sorusu üzerine mesleğini şöyle tanımlıyor:
-Montolama işi yapıyorum.
Yakın zamanda ‘mantolanan’ bir binadan gururla sarkıtılan brandadaki şu ifadeler, özgün kentleşmeden niçin uzaklaştığımız sorusunu yanıtlamaktadır:
“Bu binanın montalama ve alçı işleri … Yapı Malzeleri tarafından yapılmaktadır.”
Mantolamayı ‘montalama’, malzemeyi ‘malzele’, yasağı ‘yask’ yapan inşaat sektörü, geride sadece çarpık kentler değil, kirlenmiş bir dil de bırakmaktadır.
Dil kirliliğinden kurtulmak, aynı zamanda çarpık kentleşmeden kurtulmaktır.
(Körfez, 23 Aralık 2018)