
Hüseyin Canerik
Pülümür Çayı’nın doğusundaki evin hanımı hayvanlarını sağmış, sütü mayalamıştı. Hava kararmıştı. Ahşap kapı içeriden sürgülenmiş, akşam yemeği yenmişti. Meşe ormanının içinde tek katlı toprak damlı evde yaşayan aile, odun ateşinin aydınlattığı odada sohbet ediyordu. 17 yaşındaki abla, 6 aylık kız kardeşini bacaklarının üzerine yatırmış, sallıyordu. Baba 47, anne 35 yaşındaydı. Ailenin en yakın komşusu, yaklaşık 1 km uzaklıktaydı.

Börtü böceğin, geviş getiren hayvanların sesinden başka ses yoktu.
O sırada duyulan ses, tedirgin ediciydi. Eşkıya baskınları ve cinayetler, bölge halkını kaygılandırıyordu. Baba, iki mermi sürdüğü tüfeğini yanına aldı. Kapıyı sessizce açtı. Bir süre çevreye kulak verdi. Evin yakınlarında ağaca bağlı katır karnını doyuruyordu. Yaprak ve kuru otlardan ayak sesleri yayılıyordu. Tüfeğinin namlusunu giderek daha az duyulan sesin kaynağına yöneltti:
“Lao sıma kame, vengra xo fiye! Hey siz kimsiniz, ses verin!”
“Paşa, benim, ben Hasan!”

Ev sahibinin seslendiği kişi, Nazımiyeli Hasan Tosun’du. Yörede Pit Ali adıyla tanınırdı. Bölgede zaman zaman dolaşır, geciktiğinde dostlarının evinde konaklardı. Ferhat Arslan’ın, Salördek köyü Gavrag mezrası Kulik’teki evine defalarca konuk olmuştu. O gün, Arslan ailesinde belki kısa süre önce de kaldığından, Gavrag’a, Dursun ailesinin (Doğan) evine gitmek için yola düşmüştü. Katırdan indirdiği tereyağını yakın bir yere saklamıştı.
Hasan Tosun, Ferhat Arslan’ın evine o gün niçin gelmek istemediğini şu sözlerle ifade etmişti:
“Aliye İvis Ağa’nın oğlu, bir kişinin ekmeğini sık sık yiyen ona düşman olur!”
Paşa, Nazımiyeli köylüyü alarak evine götürmüştü.
Kulik, başlangıçta Nazımiye Karvanlılara (Hanköy) aitti. Beyce (Pıriye) köyünde arazisi olan Mezralı Aliye İvis Ağay (Ali Arslan), Beyce’deki arazisini, Karvanlıların Kulik’teki arazisiyle değiştirmişti.

Aliye İvis Ağa’nın oğlu Ferhat (Paşa) Arslan (1898-1973), Mezra köyünün doğusundaki Gavrag Kulik’te yaptığı yayla evine taşınmıştı. Kamer Ağa’nın (Kamer Sadık) kızı Emine Hanım’la evliydi. Aile, Pülümür Çayı’nın doğusundaki köyde yaşadığından, sürgün kapsamı dışında tutulmuştu.
Gavrag, sürgün sonrası yıllarda eşkıya baskınlarına uğrayan mezralardandı. Kan davası vb. nedenlerden kaynaklanan feodal düşmanlıklar, sürgün yıllarında da bir süre devam etmişti.

Kulik, mezar taşına doğum tarihi 1848 olarak işlenen Hasan Tosun’un uğrak yerlerinden biriydi. Hasan Tosun, Melek-Ahmet çiftinin oğluydu. Bölgede adım atılmadık yer bırakmayan köylü, Nazımiye Gome Sooti’dendi (Alacık). Gome Sooti, Pülümür Çayı’nın batısında, Zağge yakınlarında küçük bir mezraydı.

Hasan Tosun, Nazımiye Oğullar (Hılves) köyünden Süleyman Ayaz’ın (Sılemana Aliye Wusif) kızı Melek Ayaz’la (1889-1961) evliydi. Evlendikten sonra Gome Sooti’ye yerleşmiş, 1937’ye kadar orada kalmışlardı.

Haydaran aşireti lideri Hıdır Alparslan’la (Hıdıre Aliye İsme) yakın bağları vardı.
Melek-Hasan Tosun çiftinin 6 kız çocuğu doğmuştu: Fatoş Aydın, Melek Çarkçı, Beser Aydın, Şemike Karakaş, Sultan Güler ve Ğeyal Yıldız. Kamer Yıldız’la (Sünnetçi Kamer) evlenen Ğeyal Hanım, Nazımiye Mıstu köyünde kaya düşmesi sonucu yaşamını yitirecek, yıllar sonra da okuldan köyüne dönen Öğretmen Okulu öğrencisi oğlu Hıdır Yıldız, çığ altında kalarak yaşama veda edecekti.

Melek Tosun, oğlunu yitirmiş, erkek evlat için eşinin evlenmesine onay vermişti. Hasan, Melek dâhil, yedi evlilik yapmıştı. Haydaranlı Emine-Ahmet Diribaş (Heme Heriş) çiftinin kızı Şehriban Diribaş’la (1932-2017) evliğinden oğlu Metin Tosun dünyaya gelmişti.

Mezar taşına doğum tarihi 1848 olarak işlenen köylü, acaba kaç yılında doğmuştu?
Torunu Emekli Öğretmen Ali Rıza Çarkçı’nın arşivinde yer alan fotoğrafa göre, 1858 doğumluydu. Köylünün anlatımına dayandırıldığı anlaşılan fotoğraf altyazısında şu ifade yer alıyor:
“1858 yılında doğdum ve şu anda 123 yaşındayım. Hâlen yaşıyorum.”
Altyazıdan, fotoğrafın, 1981’de çekildiği öngörülebilir. 1983 yılında yaşama veda eden köylünün, kalıcı dişleri döküldükten sonra, altta sıkıştığı için çıkamayan dişleri çıkmıştı.

Tosun çifti, Nazımiye Gome Sooti’de mutlu bir yaşam sürdürüyordu. Melek Hanım, cura çalar, deyiş söylerdi. Muharrem ayında, Kerbela şehitleri için yas tutardı. 12 İmam orucu boyunca yere serilen cacim (astır) üzerinde uyur, vücuduna konan böceklere bile dokunmazdı. Kap kacak ve çamaşırları, aşure dağıtıldıktan sonra yıkardı.
Melek Hanım, eşine kero (qero/sağır) diye seslenirdi.
Ele güne muhtaç olmadan yaşayan ailenin yaşamı, 1938’de alt üst olmuştu. Bölgede askerlik yapan sayılı insanlardan biri olan Hasan Tosun, kaçak duruma düşmüştü!
Gome Sooti’deki toprak damlı evden yayılan cura sesi kesilmişti.
Can derdine düşen aile, Pülümür Vadisi’nde zorlu yürüyüşe çıkmıştı.

Oğullar Serdeniye Vıle Kunıke, Çola Runu, Parçe Düldüle Kemere Laek, Merga Han, Eskete Pit (Han/Xan), Lona Gau, Vere Mağu (Vıle Kunıke Mağarası), Nazımiye Uzuntarla’nın karşısında Markasor tarafında Hıştıku (Xıştıku), Pagavesayiye, gizlendikleri yerlerden bazılarıydı.
Hasan Tosun, 1974 ya da 1975’te, kaynı Ali Hıdır Ayaz’ın oğlu Kemal Ayaz’a, zor yıllarını 52 yayla evinde geçirdiklerini anlatmıştı.
Mosurvanlı Kamer Çelik (Kamer Özkan’ın dedesi), ailenin yanında bir süre saklanmıştı.
Yörede Pit Ali ya da Hesene Heyderiz (Haydaranlı Hasan) adıyla tanınan köylü, İnekler Mağarası’nın (Lona Gau) önüne duvar örerek, barınmaya elverişli duruma getirir. Oğullar köyünden Ahmet Güzel (Hemede Wuşen), mağarada saklandıklarını öğrendiğinde üzülür. Niye bizim haberimiz yok, çocuklarınla aç susuz kalıyorsun, der. İhbar edilmekten korktuğu için söylemediğini anlatır. Ahmet Güzel, mağarada yaşayan aileye yiyecek desteğinde bulunur.

Pagavesayiye yakınlarında bir mağarada barındığı zaman, Efeağılı (Waremir) köyünde Bava Munzur’un (Munzur Şanlı) kapısını çalar. Zorlu kış koşullarında Efeağılı’ya giden köylü Şanlı ailesinin evine konuk olur. Aradan zaman geçer, Bava Munzur’u dua etmesi için barındığı mağaraya götürür. Bava, ayı hayvanlarını yemiyor mu, diye sorar. O da ayı gelir hayvanlarımın karşısında oturur, ama zarar vermez, der. Munzur Şanlı, oğlu Hüseyin’e (Ali), bu olaya tanıklık ettiğini anlatır.

Damadı Hüseyin Güler, Munzur Şanlı’ya bal göndermek ister. Hüseyin Şanlı, tahminen 1980 sonbaharında, Efeağılı’dan yürüyerek Serdeniye’ye, bal almaya gider. Hasan Tosun, yatakta son yıllarını geçirmektedir. Efeağılılı köylüye, kendisinin, babası Munzur’dan yaşça büyük olduğunu söyler. Serdeniye’de yaşamının sonbaharını yaşayan köylü, yaşını 120 olarak açıklar.

Mağaralarda ve yakınlarının yanında yaklaşık 9 yıl saklanan aile, 1947’de normal yaşama döner.
Gome Sooti’ye çöken hüzün dağılır.
Zağge yakınlarındaki mezrada hayvancılık yapan aile bir süre sonra Oğullar’a yerleşir.
Oğullar Parçe Düldüle’de (Ağlayan Kayalar’ın karşısı) yayladaydılar. Hasan Tosun, Büyükyurt (Hakis) köyünde topladığı armutlarla çıkagelir. Melek Hanım, torbadaki armutların kaynağını merak eder:
“Kero, bunları sana biri verdiyse getir. Kendin topladıysan, haram, sakın getirme!”
Armutların, eşi tarafından toplandığını öğrenir öğrenmez Pülümür Çayı’na döker:
“Bunlar haram, hayvanlarımız bile yemesin!”

Torunu Fecire Sağlam, dedesi ve anneannesinin anlattığı ‘hırsız tilki’ öyküsünü bugünkü gibi anımsıyor. Asıl (kaliteli çarık) ceviz kovuğunda saklanırmış. Çarık, bir gün ortadan kaybolur. Melek Hanım, tilkiden kuşkulanarak ‘beddua’ eder:
“Tilki, bu Düldül, o çarığı senin içinden çıkarmasın!”
Çarıksız kalan köylü çok geçmeden ölü tilkiye rastlar. Bu sevimli yaratık, büyük olasılıkla kayadan düşerek ölmüştür. Tilkinin derisini yüzer, henüz sindirilmemiş çarıklarını bulur!
1961 yılında, Koye Qer’de yaşama gözlerini yuman Melek Hanım, Nazımiye Koye Qer’de toprağa verilir.
Melek Hanım’ın ölümünden (1961) sonra bir süre kızları Beser ve Melek bakar. 1970’li yıllarda, Serdeniye’de yaşayan kızı ve damadının yanına yerleşir. Sultan-Hüseyin Güler çifti, konuğunu el üstünde tutar.

Mahsuni Sağlam, ilkokul çağındayken, annesinin dedesini Serdeniye’de ziyaret eder. Oğullar köyünün hareketli çocuğu, ziyaretten eli boş dönmez. Dedesinin yakın gözlüğünü takar, köyüne döner!

Serdeniye’den, Nazımiye Uzuntarla’da yaşayan iki dostunu ziyarete gider, arada bir evlerine konuk olur. Arkadaşları Mehmet Çakır (Memede Seydıze) ve Ali Büyüktaş’la (Aliye Gulavi) saatlerce sohbet eder, evlerinde kalır. Serdeniye’den Uzuntarla’ya giderken, kendisine torunu Hüseyin Güler eşlik eder.
Serdeniye’de son günlerini geçiren Hasan Tosun, vasiyetini açıklar:
“Ölürsem beni Uzuntarla’da, Sampırular’ın yanında gömün, Serdeniye mezarları çığ altında kalıyor.”

Kızı Sultan Hanım, “Vıle Palaxe’yi beğenirsen oraya gömelim. Biz de öldüğümüzde oraya gömülürüz.” der.
Torunu Hüseyin Güler, eline kürsüyü (kırşi) alır, yüzyılı deviren dedesiyle yola çıkar. Serdeniye’yle Oğullar’ı ayıran Vıle Palaxe’ye giderler.
Hasan Tosun, kürsüde oturur. Oğullar’a ve kutsal Oli’ye yakın sırtta gömülmeye onay verir.

1983 yılında kalbi son bir kez çarpan Pit Ali, Vıle Palaxe’de sonsuz uykusunda şimdi. Zorlukları, eşiyle yenmeyi başaran anıt isim, bugün adım atılması bile güç o coğrafyada tek başına yatıyor. Bir zamanlar onu yaşatmak için bağrında saklayan doğa, sonsuz uykusunda yine ona kanat geriyor. Erişilmesi güç o görkemli doğa, dirençli evladına ev sahipliği yapıyor.

Pülümür Vadisi’ndeki mağaraların, ormanların ev sahipliğinde yüzyılı geride bırakan yaşlı bilge, ayakta kalma becerisini doğaya borçluydu. Zorluklarla mücadelede edindiği deneyimler ona yüzyılı aşkın sağlıklı yaşam olanağı sağlamıştı. Görme yeteneğini yitirmemiş, son nefesine kadar akıl sağlığını korumayı başarmıştı. Fecire Sağlam, dedesinin, ölümünden birkaç yıl önce Serdeniye’den vadinin batı yakasındaki Murerike’yi gördüğüne tanıklık etmişti.

Askerliğini yapan sayılı insanlardan biri olmasına karşın firari duruma düşmüş, yaşamak için yaklaşık 9 yıl vadinin hücrelerine kadar saklanmıştı.

Pülümür Vadisi, kanat gerdiği ulu çınara ev sahipliği yapmaya devam ediyor.
Gome Sooti’nin iyi yürekli sakini, görkemli Vıle Palaxe’de huzur içinde uyuyor.
Dünyayı kasıp kavuran hoyratlık, bencillik ve kötülüklerden habersiz…

Bu çalışmaya katkı sunan Sayın Ali (Hüseyin) Şanlı, Sayın Ali Rıza Çarkçı, Sayın Hüseyin Güler, Sayın Çiçek Dönmez, Sayın Fecire Sağlam, Sayın Leyla Sağlam Güler, Sayın Mahsuni Sağlam, Sayın Metin Tosun, Sayın Nimet Aslan ve Sayın Şehriban Sağlam’a candan teşekkür ederim.













(Körfez, 13 Ekim 2025)




