22 Temmuz 1983… Pülümür’de hayvancılık yapan aileler yaylalarda.
Mezra ve Akdik köylüleri Keşiş yaylasında. Akdik/Şihanlılar ise Kır’da (Kırx).
Kadınlar yaylada, erkekler köyde işbaşı yapıyor.
Tarlalardan orak ve tırpan sesleri yayılıyor.
Mavi şeritli beyaz mendiliyle terini silen yaşlı bir köylü, Pişi Deresi’nin soğuk suyuyla ferahlıyor.
Cuma günü…
İkindi vakti…
Mezra köyünde silahlar patlar. Sürek Mahallesi’nde patlayan silahlar, köylüleri tedirgin eder. Silah seslerinin duyulmasından kısa bir süre sonra acı haber gelir:
Ali Ekrem Demirbilek öldürülmüş!
Mezralı Ali Ekrem Demirbilek’in (1962-1983) yolunu kesen teröristler, yirmi bir yaşındaki genci, evinin yakınında traktöründen indirerek kurşun yağmuruna tutmuştur. Ali Ekrem, Kırmızıköprü Sağlık Ocağına kaldırılır. Doktor Alp Alaluf, yaralı gencin yaşamını yitirdiğini belirler.
Mezra’da, 1920’li yıllarda yaşanan aşiret çatışmalarından sonra herhangi bir cinayet işlenmemiştir. Ali Ekrem Demirbilek’in şehit edilmesi, büyük tepkiye yol açar. Köyde düzenlenen cenaze törenine Tunceli Valisi Kenan Güven (1927-2012), Tunceli Emniyet Müdürü Kamil Acun (1926-2014), Tunceli Müftüsü Turgut Özlü (1933) ve bazı komutanlar katılır.
Vali Güven, cenaze töreninde bir konuşma yapar. Traktör sahibi, çalışkan köylünün ‘kıskanıldığı’ için şehit edildiğini öne sürer! Vali, cenazeye katılan kadın ve erkekleri ayırır. Gencin cenaze namazı, Tunceli Müftüsü Turgut Özlü tarafından kıldırılır. Dönemin Tunceli Emniyet Müdürü Kamil Acun, olaydan yirmi sekiz yıl sonra kaleme aldığı bir yazıda, Tunceli Müftüsü’nün, cenaze namazını kıldırma gerekçesini açıklar:
“Köyün birinde halktan biri şehit olmuştu. Yanımıza il müftüsünü de alarak köyde cenaze merasimine katıldık. Müftüyü götürmesek cenaze namazı kılınmadan şehit defnedilecekti. Vali bey çok üzüldü. İnsanların dini inancı ne olursa olsun devletin bu yöne şimdiye kadar bir şey yapmamış olmasını eleştirdi. Kısa zamanda ilin ileri gelenleriyle konuşarak çok çocuklu ailelerden arzu edenlerin çocuklarını batı illerindeki yatılı kuran kurslarına gönderebileceğimizi söyledik. Kısa zamanda onlarca çocuğu İzmir ve Bolu gibi illere gönderdik. İki ay geçmeden ak pak kıyafetleri ile tatil için gelen çocukların yüzlerindeki nuru, sevgiyi, hiç unutmam. Onların çoğu okudu memlekete kazandırıldı.” (Çağın Polisi, Aralık 2011, Yıl 10, Sayı 120, s. 10).
SORULAR SORULAR SORULAR
Peki, işin aslı neydi?
Pülümür’de cenaze namazını kıldıracak kimse yok muydu?
Yurdun dört bir yanında defin gelenekleri aynı olmak zorunda mıydı?
Laik Cumhuriyetin yöneticilerine, bölge insanının gömülme geleneklerine müdahale yetkisi mi tanınmıştı?
Cumhuriyetin Valisi’nin, insanların dini inancı ne olursa olsun, devletin bu yöne (dine) şimdiye kadar bir şey yapmadığına ilişkin ifadesi, mülki idare amirlerinin görev tanımına ve Anayasaya uygun muydu?
Mezra köyünün büyük acısını bir yana bırakarak, inançlara, gelenek ve göreneklere ortaçağ üzerinden müdahale etmek olağan karşılanabilir miydi?
Onların çoğu okudu memlekete kazandırıldı, iddiası gerçeklerle örtüşüyor muydu?
Sorular uzatılabilir, ama söz konusu iddiaların tamamı gerçeğe aykırıydı.
Emniyet Müdürü Kamil Acun, 1980-1982 yıllarında Tunceli Valisi olarak görev yapan Hakkı Borataş tarafından, “Sayın Acun, halkın ibadet, örf ve âdetlerine karışmayalım.” diye uyarılmıştı (Çağın Polisi, Aralık 2011, Yıl 10, Sayı 120, s. 10).
PÜLÜMÜR’DE CENAZE VE DEFİN TÖRENLERİNİ YÖNETEN HOCALAR
Dönemin Tunceli Valisi’nin uyardığı Emniyet Müdürü Kamil Acun’un, namaz kıldıracak kimse yoktu, iddiası gerçeği yansıtmıyordu. Pülümür Mezra köyünde cenaze ve defin işleri, komşu Kaymaztepe (Meçiye) köyü hocası Hüseyin Yıldız (1937) tarafından yönetiliyordu. Hüseyin Yıldız, din eğitimini, sürgünde olduğu Isparta Bağlar Mahallesi’nde babası Dursun Yıldız‘dan almıştı. Hüseyin Yıldız’dan önce aynı görevi babası Dursun Yıldız (Xoze Çımoşa/Karagöz Hoca, 1896-1978) yürütmüştü.
Cenazelere çevre köylerden hocalar da katılıyordu.
Pülümür’de cenaze ve defin törenlerinde Gökçekonak’tan (Tasniye) Bava Düzgün (Düzgün Düzgün, 1897-1997) ve Hüseyin Yıldız (Büyük Yıldız, 1918-1988), Dereboyu (Danzig) köyünden Baki Aydın (Kâtip, 1928-2019), Turnadere’den (Rabat) Mansur Erdem, Çakırkaya’dan (Panciras) Hasan Tosun (Hesen Efendi, 1899-2000) ile oğlu Hüseyin Tosun (1928-1997), Kocatepe’den (Asgireg) Buyer Güven, Kemal Karadağ vd. hocalar görev alıyordu. Bu hocaların bir kısmı, 1920’li yıllarda devlet gözetiminde din eğitimi alanlardan oluşuyordu. Bazı hocalar, din eğitimini büyüklerinden almıştı. Sınırlı sayıda hoca ise sürgünde yetişmişti. Yakın zamanda gönüllü olarak görev yapan bazı Pülümürlü hocalar cem evlerinde yetiştirilmişti. Bunlardan biri de Kocatepeli Hıdır Metin’di (1948). Metin, Kartal Cem Evinde deneyim kazanmış, daha sonra köyüne dönmüştü.
İL PROTOKÜLÜ UĞURLADI
Çoğu örgün eğitim kurumu öğrencisi, ilçe ve köylerden toplanan çocuklar, Tunceli Otogarında düzenlenen törenin ardından Bolu, İstanbul, Düzce, İzmir’deki kurslara gönderilmişti. Otogardaki uğurlamaya Tunceli Valisi Kenan Güven, Tunceli Belediye Meclisinin fahri hemşerilik beratıyla onurlandırdığı Emniyet Müdürü Kamil Acun, Tunceli Müftüsü Turgut Özlü ve komutanlar katılmıştı. İlk grupta yer alan iki yüz dört öğrenci için dört otobüs kiralanmıştı. İl protokolünün uğurladığı öğrenciler tatil dönüşü davullu-zurnalı törenle karşılanmıştı.
KAÇ ÖĞRENCİ KURSLARA GÖNDERİLDİ?
Kurs süresi altı aydı. Altı aylık kursu tamamlayan öğrencilerden dileyenler altı ay daha eğitime devam edebiliyordu. Kurs yönetiminin başarılı saydığı öğrenciler İmam Hatip Ortaokulu ya da İmam Hatip Liselerine gönderiliyordu. Pülümür Kaymaztepeli Cemal Yıldırım, Kovuklulu Hıdır B. ve Nuri H., 1984’te, Bolu Paşaköy Diyanet Kur’an Kursundan, İstanbul Üsküdar İmam Hatip Lisesinin ortaokul bölümüne gönderilen öğrencilerden bazılarıydı. Adı geçen öğrenciler, Üsküdar İHL’den kaçarak memlekete dönmüştü.
Bazı kaynaklara göre, kentten toplam beş bin öğrenci kurslara gönderilmişti. Bu sayının gerçeği yansıttığı söylenemez. Yurtların kapasitesi, kentin öğrenci potansiyeli vb. etkenler göz önünde bulundurulduğunda, Tunceli’den bine yakın öğrencinin kurslara gönderildiği tahmin edilmektedir (Bu sayıya, ikinci altı aylık kursa devam edenler de dâhildir). Pülümür’den kurslara gönderilen öğrenci sayısı, belirlenebildiği kadarıyla, 41’di. Bunların 35’i erkek, 6’sı ise kız öğrenciydi.
KUR’AN KURSU MU ŞERİAT YUVASI MI?
Kurslarla, Kur’an öğretiminin amaçlanmadığı kısa sürede anlaşılacaktı. Öğrenciler, akıl ve bilimle çelişen bir eğitim sistemi tarafından ‘ehlileştiriliyordu’. Kendine özgü inançları, gelenek ve görenekleri olan Aleviler, katı şeriat kurallarıyla ‘terbiye’ ediliyordu. Büst Atatürkçüleri, Cumhuriyetin kazanımlarından kurtulmak için Türkiye’yi tarikat ve cemaatlere ikram ediyordu. Anne babalar, çocuklarına ortaçağ şiddeti uygulandığını öğrendiğinde iş işten geçmişti.
Sistem, küçük yaştaki çocukları falakaya yatırarak bağnazlığı güçlendiriyordu. 12 yaşındayken, Düzce Değirmenbaşı Kur’an Kursuna gönderilen Kazım Yıldız, yaşadığı ya da tanık olduğu şiddet sahnelerini unutamayanlardan:
“Önce Düzce merkez, ardından Değirmenbaşı Kur’an Kursuna verildik. Kur’an değil, şeriat eğitimi veriliyordu. Abdestsiz olanların yiyecekleri yenmez, diyorlardı. Zulüm gördük. Falakaya yatırıldık. Ayaklarımızın altına vuruluyordu. Küçükler ağlıyordu. Yüz kişi civarındaydık. Memleketin neresi, diye sorarlardı. Tunceli, derdik. Tunceli’ye dön, derlerdi. Yönümüzü Tunceli’ye dönerdik. Falakaya yatırırlardı. Orada iki yıl daha okumuş olsaydık, köyümüze döndüğümüzde, bize ‘kâfir’ diye tanıtılanların canına kıyar, cinayet işlerdik!”
Kırmızıköprü YİBO’dan Bolu Paşaköy’e gönderilen 12 yaşındaki Zeynel Fırat, kursta dayak olaylarını doğruluyor. Zaman zaman Paşaköy Kur’an Kursundan uzak bir yerde (FETÖ evleri miydi?) film izletmek için götürüldüklerini belirten Fırat, duygularını şöyle ifade ediyor:
“Sabah erken namaza kaldırılıyorduk. Günde beş vakit namaz kıldırılıyordu. Filmlerden çok etkileniyorduk. Bir kâfir bulsak da öldürsek, diye düşünüyorduk! Köye döndüğümde, annem, Kur’an okumamı istedi. Boy abdesti almadan okumam, dedim. Memlekette Cuma namazları için Kırmızıköprü camisine gidiyordum. İmamın olmadığı bir gün Cuma namazını ben kıldırdım.”
Pülümür Kırmızıköprü YİBO 6. sınıf öğrencisiyken, eğitimi yarıda kesilerek, 1984’te Bolu Paşaköy Diyanet Kur’an Kursuna gönderilen Kaymaztepe köyünden Cemal Yıldırım da benzer düşünceleri dile getiriyor:
“Kurslar, asimilasyon niyetiyle yapıldı. Millet fakirdi, aileler bu nedenle ikna edildi. Çocuktuk. O sırada 12 yaşındaydım. Sabah erkenden namaz kıldırıyorlardı. Zorumuza gidiyordu.”
BOLU’DAN MEMLEKETE KAÇIŞ
Pülümür Lisesinden Bolu Paşaköy Kur’an Kursuna gönderilen Hasan Arslan, kazma sapıyla dövüldüklerini anlatıyor. Kendilerini kazma sapıyla döven ‘öğretmenin’, dayaktan yorgun düştüğünü belirtiyor! Hasan Arslan, Paşaköy’de uygulanan insanlık dışı uygulamalara isyan eder. 1984 yılında, arkadaşlarıyla birlikte kaçmaya karar verirler. Hasan Arslan, Murat Anuk (Pülümür) ve Celal Memiçil (Ovacık), kurstan gizlice kaçar. Üzerlerinde yeteri miktarda para olmadığı için Ankara’ya giderler. Üç arkadaş, Ankara Otogarında beklemeye başlar. Tunceliler Otobüs İşletmesi, ‘kaçak’ öğrencilerin imdadına yetişir. Bolu’dan kaçan öğrenciler, Ankara’dan, Tunceliler otobüsüyle memlekete döner.
ÇOĞU OKUYAMADI
Dönemin Pülümür Kaymakamı Celal Dinçer, kurslarla ilgili bir toplantıda konuşan Tunceli Valisi Kenan Güven’in sözlerini şöyle aktarıyor:
“Okuyamamış çocukları hem Kur’an kurslarına hem de okuma yazma kurslarına göndermek istiyorum.” (www.radikal.com.tr, 29.10.2012).
Vali, bu açıklamayı, millî eğitim müdürleri, kaymakamlar ve muhtarların huzurunda yapmıştı. Tunceli’de, o tarihte okur yazar olmayan öğrenci yoktu! Olsa bile okuma yazma öğretimi için hemen her köyde ilkokul her ilçede ise YİBO vardı. Toplantıda, Vali’nin konuşmasına itiraz eden olmamıştı. Tunceli İl Millî Eğitim Müdürü Cafer Birkan, yıllarca görev yaptığı kentin eğitim gerçeğini açıklayamamış, örgün eğitim kurumlarından kurslara öğrenci götürülmesine ses çıkaramamıştı.
Kurslara okur yazar olmayan öğrenci göndermek bir yana, ortaokul ve lise sıralarında eğitim gören öğrenciler gönderilmişti!
Emniyet Müdürü Kamil Acun’a göre, Kur’an kurslarına gönderilen çocukların çoğu okumuş, memlekete kazandırılmıştı. Laik Cumhuriyetin Emniyet Müdürü, kursları, çocukları memlekete kazandırmanın ön koşulu olarak görüyordu.
Peki, gerçek neydi?
EĞİTİM YAŞAMLARI SONA ERDİ
Pülümür’den kurslara gönderilen öğrencilerin neredeyse tamamının eğitim yaşamı sona ermişti. Söz gelimi Pülümür Lisesi (Pülümür Gazi Lisesi) öğrencilerinden Hasan Arslan ve Murat Güler, Bolu Paşaköy’deki kurstan sonra lise eğitimine devam edememişti.
Kovuklu köyünden Kazım Yıldız, Düzce Değirmenbaşı Kur’an kursuna gönderildiğinde 12 yaşındaydı. İlkokulu bitiren Yıldız, kursa gönderilmeseydi, Kırmızıköprü YİBO’da parasız eğitim görecek, ortaöğrenime devam edecekti. Kurs, diğer öğrenciler gibi onun da eğitim yaşamının sonu oldu.
Mezra köyünden Zeynel Fırat, Kırmızıköprü YİBO’da ikinci kademe öğrencisiydi. Fırat, Bolu Paşaköy’de yaşadığı büyük düş kırıklığının ardından eğitim yaşamına nokta koymuştu. Bolu Paşaköy Kur’an Kursuyla, Kırmızıköprü YİBO 6. sınıf öğrencisi, Kaymaztepeli Cemal Yıldırım’ın da eğitim yaşamına nokta konmuştu.
Sadece onlar mı?
Cafer F., Kasım F., Mehmet K., İsmail K., Hüseyin K., Cafer D., Gültekin H., Nuri H., Ferhat F., Cafer Y., Hıdır B., vd. öğrencilerin öyküsü de diğerlerinden farksızdı.
Kaymaztepe köyünden Hüseyin Çınar (İstanbul Çağlayan Kur’an Kursu) ve Ali Yıldız (Bolu Paşaköy Kur’an Kursu), kurstan sonra ortaöğrenimini tamamlayan ender öğrencilerdendi.
1983’te Vali Kenan Güven’in başlattığı uygulamayla, binlerce öğrenci örgün eğitim hakkından yoksun bırakılmıştı. Anayasa güvencesi altındaki eğitim hakkı, fiilen engellenmişti.
PÜLÜMÜR VE KÖYLERİNDEN KUR’AN KURSLARINA GÖNDERİLEN ÖĞRENCİLER | ||
Sıra No | Köy | Adı ve Soyadı |
1 | Beğendik | Hüseyin A. |
2 | Beğendik | Musa A. |
3 | Beğendik | Öznur D. |
4 | Karagöz (Gurk) | Hıdır K. |
5 | Karagöz | Hüseyin K. |
6 | Kaymaztepe (Meçiye) | Ali Yıldız |
7 | Kaymaztepe | Cemal A. |
8 | Kaymaztepe | Cemal Yıldırım |
9 | Kaymaztepe | Hanife Y. |
10 | Kaymaztepe | Hüseyin Çınar |
11 | Kaymaztepe | Emine Y. |
12 | Kaymaztepe | Mehmet Ali D. |
13 | Kaymaztepe | Mehmet Ç. |
14 | Kocatepe (Asgireg) | Cafer D. |
15 | Kocatepe | Cafer F. |
16 | Kocatepe | Elif Ç. |
17 | Kocatepe | Fergül K. |
18 | Kocatepe | Hüseyin K. |
19 | Kocatepe | İsmail K. |
20 | Kocatepe | Kasım F. |
21 | Kocatepe | Mehmet K. |
22 | Kocatepe | Melek K. |
23 | Kovuklu (Harşiye) | Cafer Y. |
24 | Kovuklu | Gültekin H. |
25 | Kovuklu | Hıdır B. |
26 | Kovuklu | Kazım Yıldız |
27 | Kovuklu | Nuri H. |
28 | Mezra | Ferhat F. |
29 | Mezra | Hasan Arslan |
30 | Mezra | Haydar Ö. |
31 | Mezra | Murat Güler |
32 | Mezra | Zeynel Fırat |
33 | Pülümür (Merkez) | Hakan K. |
34 | Pülümür | Murat A. |
35 | Pülümür | Selahattin Y. |
36 | Pülümür (Pişiye) | Ali Ekber B. |
37 | Pülümür | Celal Ç. |
38 | Pülümür | Yüksel Ç. |
39 | Sağlamtaş (Çirig) | Hıdır K. |
40 | Sağlamtaş | Metin G. |
41 | Sağlamtaş | Müslüm K. |
KIZ ÖĞRENCİ SAYISI | 6 | |
ERKEK ÖĞRENCİ SAYISI | 35 | |
GENEL TOPLAM | 41 |
Tablo 1. Pülümür’den Bolu, Düzce, Sakarya, İstanbul ve İzmir’deki çeşitli Kur’an kurslarına gönderilen öğrenciler
PÜLÜMÜR KAYMAKAMI UYGULAMAYA DESTEK VERDİ
Dönemin Pülümür Kaymakamı Celal Dinçer, uygulamayla ilgili olarak ne düşünüyordu? 1983-1985 yıllarında Pülümür’de görev yapan Kaymakam Dinçer, yıllar sonra CHP İstanbul milletvekili olarak TBMM’ye girdi. TBMM 24. dönem milletvekili (28 Haziran 2011 – 23 Nisan 2015) Dinçer, Radikal’den Tarık Işık’a, Pülümürlü öğrencilerin örgün eğitim kurumlarından alınıp kurslara götürülmesi konusundaki düşüncelerini şöyle açıklamıştı:
“Vali bey, bütün kaymakamları, milli eğitim müdürlerini, muhtarları topladı. Bir konuşma yaptı. ‘Okuyamamış çocukları hem Kuran kurslarına hem de okuma yazma kurslarına göndermek istiyorum. Çocukları ücretsiz yatılı okutacağım’ dedi. Yasa gereği Vali Bey’in duyurusunu vatandaşlara duyurduk. İlk önce çok az müracaat oldu. Sanırım 60 küsur köy bana bağlıydı. Pülümür’de 15-20 kişi ancak müracaat etti. Bu çocukların hepsi Alevi çocuklarıydı. Vali Bey, otobüs tuttu. Aileler, il eşrafı, bürokratlarla çocukları yolcu ettik. Mesela Sakarya, Düzce’ye gönderilenler. Vali Bey, Akçakocalı olduğu için oradaki kursları da ayarlamış. Çocukların kıyafetleri çok bakımsızdı. Zayıf, cılız çocuklardı… Tunceli’ye döndüklerinde tekrar törenle karşıladık. Çocuklar pırıl pırıldı. Takım elbiseli… Sükseli bir şekilde geldiler. Hiç unutmuyorum, bu defa ikinci partide çocuğun kolundan tutan getirdi. Benim de çocuğum gitsin diyen onlarcasını biliyorum.” Dinçer, halkın çocuklarını kurslara neden gönderdiğini ise şu sözlerle açıklıyor: “Mezralarda okullar yoktu. 1983’de Pülümür’de hiçbir köyde elektrik, telefon yoktu. Halk perişanlık döneminde çocuğunu göndererek sofrasından bir kaşığın eksilmesini düşünüyordu. ‘Büyük şehre çocuğum giderse okur’ diye düşünüyorlardı.”
Cumhuriyetin Kaymakamı, Pülümür Hükûmet Konağı’nın yanı başındaki Pülümür Lisesinde öğrenim gören öğrencilerin hukuksuz biçimde kurslara gönderilmesine itiraz etmiyor! Köylerde yaşayan, Pülümür’de çok kötü koşullarda barınan Pülümür Lisesi öğrencilerinin sorunlarıyla ilgilenmiyor, onları kursa mecbur bırakan koşulları iyileştirmek için çaba göstermiyor. Eğitimi yarıda kesilmiş öğrencilere kurslarda takım elbise giydirilmesiyle övünüyor! Kamu kaynaklarıyla kurslara parasız yurt olanağı sağlandığı hâlde, bu olanağın laik eğitim kurumlarından niçin esirgendiği sorusuna yanıt veremiyor. İlkel koşullarda yaşamını sürdüren Pülümürlü öğrencilerin kapısını bile çalmayan Kaymakam Dinçer, küçük çocukları şeriat eğitimi için uğurlamakta herhangi bir sakınca görmüyor! Kurslardan, takım elbiseli, sükseli, pırıl pırıl dönen çocukları törenle karşılıyor! Vali’nin talimatına uymak zorundaydım, demek yerine, halk, perişanlık döneminde çocuğunu göndererek sofrasından bir kaşığın eksilmesini düşünüyordu, diyerek uygulamayı savunuyor! Kursa gönderilen çocukların birçoğunun ekonomik yönden kötü durumda olmadığını söyleyemiyor. Mülki amir olarak, bölge insanının kötü yaşam koşullarının düzeltilmesi için çaba göstermekle yükümlü olduğu gerçeğini unutuyor.
SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
- Kur’an kursları, örgün eğitim çağındaki çocuklar için yaz tatillerinde düzenlenir. Söz konusu kurslar, örgün eğitime seçenek olarak sunulamaz. Tunceli’deki uygulamayla, örgün eğitim hakkı yok sayılmıştır.
- Önceliği Kur’an öğretimi olmayan kurslar, çocuklar üzerinden, Alevilerin yaşam tarzına ve kültürel değerlerine müdahale aracına dönüştürülmüştür.
- Tunceli’den 1983-1985 yıllarında il dışındaki kurslara gönderilen öğrencilerin çoğunun örgün eğitim yaşamı sona erdirilmiştir.
- Yurdun dört bir yanına bin dolayında öğrencinin gönderilmesi, uygulamanın Ankara merkezli olduğunu düşündürmektedir.
- Anayasal hakkın gaspı olarak nitelendirilen uygulamayla, Anayasa güvencesi altındaki örgün eğitim hakkının kamu müdahalesiyle engellendiği değerlendirilmektedir.
- Anayasal hakkın gaspından, dönemin kamu yöneticileri (Vali, Millî Eğitim Müdürü, Kaymakam) ile siyasi iktidarın sorumlu olduğu belirtilmektedir. Başbakan Halil Turgut Özal (1927-1993) ile 7. Cumhurbaşkanı Ahmet Kenan Evren’in (1917-2015) bilgi ve onayı olmaksızın böyle bir uygulamaya gidilmesinin mümkün olmadığı öne sürülmektedir.
- Uygulamanın, Türkiye’nin okur yazarlık oranı en yüksek, aydınlık bir kentini kamu yöneticilerinin baskı ve zoruyla karanlığa sürükleme çabası olduğu ifade edilmektedir. Kentin akademik ve sosyal başarısının kurslardan olumsuz yönde etkilenmesi, bu düşünceyi doğrulmaktadır.
- Zorunlu eğitim çağındaki çocukların, örgün eğitim kurumlarından alınarak, eğitim çağı dışına çıkmış ülke nüfusu için planlanan yaygın eğitime mecbur edilmesinin insan haklarına aykırı olduğu dile getirilmektedir.
- Cenaze namazı kıldıracak hoca yoktu, iddiasıyla, bine yakın çocuğun laik eğitim sisteminden koparılarak, toplumun değer yargılarıyla çatışmaya zorlandığı savunulmaktadır.
- İmamlık yapması mümkün olmayan kız çocuklarının cenaze namazı kıldıracak hoca ‘projesi’ne dâhil edilmesiyle, Alevilerin, ortaçağ üzerinden ‘ıslah’ edilmesi amaçlanmıştır.
- Yaklaşık üç yıl süren ‘cenaze hocası projesi’, fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Pülümürlü öğrencilerden, Bursa Gemlik Cem Evinde görev yapan Cemal Yıldırım dışında, kimsenin hoca olmadığı gözlenmektedir.
- Her ilçesinde parasız yatılı eğitim olanağı (YİBO) olan bir kentte, yoksulluğun, il dışındaki ‘parasız’ kurslara öğrenci gönderme gerekçesi olarak sunulması, akıl ve mantıkla çelişmektedir.
- Kurslara öğrenci gönderilmesinde, 12 Eylül’ün yarattığı korku ikliminin belirleyici olduğu görülmektedir. Darbe hukukundan kuvvet alan kamu yöneticileri, bölge insanının inançlarına, değer yargılarına, laik yaşam tarzına ortaçağa yaslanarak meydan okumuştur.
- Amerikancı 12 Eylül Darbesi, Türkiye’nin dört bir yanındaki kurslar aracılığıyla toplum mühendisliğine soyunmuştur. Laik eğitim kurumlarından esirgenen yurt, donatım, bütçe vb. olanakların, tarikatların denetimindeki ‘eğitim’ kurumlarına sunulması, eğitimdeki yozlaşma ve başarısızlığın nedenlerine ışık tutmaktadır.
- Uygulama, devlete meydan okuyan, kanlı darbe girişiminde bulunan FETÖ vd. terör örgütlerinin gelişmesine elverişli koşulların nasıl yaratıldığını özetlemektedir.
(Erzincan Çağlayan, 23 Şubat 2021)
Kaynakça:
http://www.radikal.com.tr/turkiye/kurslar-umut-olmustu-1105703/ Erişim: 23.01.2021.
Katkıda Bulunanlar:
Çalışmaya katkı sunan Sayın Ali Yıldız‘a, Sayın Cemal Yıldırım‘a, Sayın Hasan Arslan‘a, Sayın Hüseyin Çınar‘a, Sayın Kazım Yıldız‘a, Sayın Mehmet Galik’e, Sayın Mehmet Özdemir’e, Sayın Murat Güler‘e, Sayın Musai Kazım Düzgün’e, Sayın Mustafa Şahin’e ve Sayın Zeynel Fırat’a candan teşekkür ederim.