15 Mayıs 1966 Pazar günüydü. Gün yeni ışımaya başlamıştı. Mezra köyünün Ovaserene Mahallesi’ndeki toprak damlı evde hareketlilik çoktan başlamıştı. Üç ya da dört aylık bebek, derin uykudaydı. 32 yaşındaki anne, herkesten önce kalkmış, deri yayığını yaymıştı.
Kahvaltı çoktan hazırdı.
Baba ve oğul, kahvaltıya oturdu. Baba 41, oğlu 11 yaşındaydı. Siyah katır semerlendikten sonra yola çıkıldı. Hava serindi. Kara ikliminin etkisindeki bölgede geceyle gündüz arasında sıcaklık farkı belirgindi. Güneşin doğmasıyla birlikte ısınan hava, günbatımından itibaren soğurdu.
Gündüz sıcaktan kavrulan insanlar, akşam saatlerinde üşürdü.
Baba ve oğul, meşe ormanını ikiye ayıran yolda ilerliyordu. Köyün horozları, sabah vardiyasına çıkacak çiftçileri son kez uyarıyordu. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra, Dere Mendaru’daki pınardan su içtiler.
Pınar, Akdik Ormanı’na (Gema Aynıge) yakın mesafedeydi.
Akdik Ormanı’ndan (Gema Aynıge) geçtiler. Salördek/Gavrag köyünden Hüseyin Fırat’ın (Keke Areyiz) çavuşluğunda 1940’lı yıllarda açılan uzun taş tünel (Tünele Qeke Areyiz) göründüğünde, dağkeçileri Pülümür Çayı’nda su içiyordu.
Dağkeçileri, katır toynaklarından yayılan sesi duyar duymaz, ormana ve sarp kayalıklara karıştı.
Baba ve oğul, dağkeçilerinden habersiz, yol alıyordu.
İkisi taş, üç tünel ve iki köprü geride kaldı. Pülümür-Tunceli kara yolunu izleyerek Haskar’a ulaştılar.
O tarihte Mezralılar, Han Yaylası’ndaydı. Haydaran aşiretine ait yayla, 1927-1928’de, Nazımiye’de yapılan bir toplantı sonrası, Mezra köyünden, Arelli Aşireti Lideri Süleyman Ağa’ya (Süleyman Satık, 1854-1935) verilmişti.
Anlaşmayla, Arelli (Arezu)-Haydaran (Heyderu) aşiretleri arasında yaklaşık 10 yıl süren kan davası, sona ermişti.
Fırat ailesi, Han’ın karşısındaki Haskare’deydi.
1.Han Yaylası’nda, aralarında Ahmet Satık (Hemede Wuşen), Emine Arslan (1911-2000)-Ferhat (Paşa) Arslan (1898-1973), Gülizar Satık (?-2014)-Ferhat Satık (1910-1984), Emine Akkılıç (1933)-Ali Akkılıç (1932), Fintoz Arslan (1926-2023)-Ali Arslan (Kemaneci Ali, 1937-1981)), Mercan Canerik (1926-2014)-Kamber Canerik (1912-2005), Elif Fırat (1910-2002)-Kamer Fırat’ın (1920-1985) da yer aldığı ona yakın aile vardı.
Emine Arslan o gün yayladaki kızı Emine Canerik’in yanındaydı. Sabah erken saatte siyah katırın sırtında yolculuk yapan adamı ve arkasından giden oğlunu birçok yaylacı gördü. Haskare’ye doğru ilerliyorlardı.
Yaylacılar yayıklarını yaymış, deri yayıklarını yıkamıştı.
Aradan birkaç saat geçmişti…
Baba ve oğul, Haskar’ın karşısında bir yıl önce kesilen odunlar için bölgeye gidiyordu. Odunların toplanması ve uygun zamanda köye taşınması için hazırlık yapmayı planlıyorlardı. Odunlar, Haydar Baba (Heyder Bava) bölgesindeydi. Haskare-Haydar Baba’yı ayıran Çemesol (Askireg) Çayı deli gibi akıyordu. Eriyen kar suları, Çemesol’u çılgına çevirmişti.
Çemesol’dan karşıya ağaç köprüden geçiliyordu.
Su çok olduğu için katırın da köprüden geçirilmesi gerekiyordu.
Baba, suya bakınca kaygılandı. Oğlunu sıkı sıkıya tembihledi:
“Ben karşıya geçinceye kadar burada bekle!”
Siyah katırıyla birlikte karşıya geçti. Karşıya geçtikten sonra oğluna seslendi:
“Ali, haydi sen de gel.”
Ali, köprüden geçerek babasının yanına gitti. Odunların bulunduğu yere vardılar. Bir süre çalıştılar. Dönme zamanı geldi. Baba ve oğul, geri dönmek için yeniden yola düştü. Çemesol’un kıyısına yaklaşınca ağır adımlarla yürüdüler. Çayın azgın dalgaları babayı ürküttü. Oğlundan yana kaygılandı. Babalık içgüdüsü, oğlunun güvenliği konusunda kendisini dikkatli davranmaya zorladı.
Kar sularının beslediği Çemesol’un sesine kulak verdi. Baltasını yere bıraktı. Azgın sular, babaya, oğlunu uyarması gerektiğini hatırlattı:
“Ben karşıya geçmeden sakın gelme!”
Baba, siyah katırıyla dikkatli bir biçimde köprüye yöneldi. Köprü yarılanır yarılanmaz bir çıtırtı duyuldu. Köprünün ağaç ayaklarından biri kırılmıştı. Katır ve sahibi, Çemesol’a kapıldı. 11 yaşındaki çocuk, Haskare’nin karşı yakasında tek başına kalmıştı.
Mezralı köylü, suya düştüğünde kayaya çarpmış, kafasından darbe almıştı. Yüzmeyi sürgün yıllarında Çanakkale’de öğrenen köylü, yüzemedi… Çemesol’a kapılan baba, su yüzeyine çıktığında oğluna birkaç kez el salladı. Oğlu, suya bata çıka sallanan elin acısını hiç unutmadı.
Uzaklaştı baba, gözden kayboldu.
Çemesol, yaklaşık 300 metre ileride Pülümür Çayı’yla birleşerek Munzur’a doğru yol alır. Mezralı çocuğun çığlığı, Çemesol’un dalgalarına, Pülümür Vadisi’ne karıştı. 11 yaşındaki çocuk, dalgaların sürüklediği babasını gözden kayboluncaya kadar gözyaşları içinde seyretti.
Köprü, ölümcül kazadan sonra dağılmış, âdeta çıplak kalmıştı.
Suyun öte yakasında tek başına kalan çocuk, bir ağaçtan ibaret ‘köprü’den geçmek zorundaydı. Ağacın üzerine oturdu. Bacaklarını suya doğru sarkıttı. Bacaklarından ve ellerinden kuvvet alarak ağır ağır ilerledi. Sudan yayılan esinti, siyah saçlarını tarıyordu. Köpüren çaydan yükselen su tanecikleri, bacaklarını ve ellerini ıslatıyordu. Ayağındaki kara lastikler, su damlacıklarıyla yıkanmış gibiydi.
Yıllar sonra acı hatıraları ailesiyle paylaştığında o ağaçtan karşıya geçtiğine kendisi bile inanamayacaktı.
Yaylacı kadınlardan Emine Canerik, Pülümür-Tunceli kara yolunun tahminen 22. kilometresindeki yayladan duyulan sese kulak verdi. Şosede bir çocuk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Çocuğa doğru adımlarını hızlandıran kadın, çocuğu hemen tanıdı. Çocuk, sabah babasıyla birlikte Haskar’a giden Ali Canpolat’tı (1955-24.03.1980). Yaylacı kadın, çocuğa niçin ağladığını sordu. Gözyaşlarını elinin tersiyle silen çocuğun ağzından kesik kesik çıkan sözcükler, bir faciayı haber veriyordu:
“Babam katırdan düştü, su götürdü!”
Çemesol’un deli dalgalarına kapılan köylü, Mezra köyünün yetenekli ustalarından Hüseyin Canpolat’tı (Wuşene Gulavi, 1925-15 Mayıs 1966). Köyde yaban armutlarını ilk o aşılamıştı. Sadece kendi köyünde değil, aralarında Turluk’un (Kaymazan) da olduğu bazı köylerde armut aşılardı. Hıdır Sadıkoğlu’nun (Müdürağa, 1919-2002) Tılp’taki armutlarını aşılayan köylü, cirit oynar, gülle atar, marangozluk yapardı.
Ağaç kütüğünden arı kovanı üretirdi.
Kendisinden 9 yaş küçük köylüsü Hıdır’a, “Brayemın/Kardeşim” diye seslen köylünün acı haberi tez yayıldı.
Haber kısa sürede yankılandı. Kırmızıköprü’ye ve Mezra köyüne hemen haber verildi. Yayladaki kadınlar çocuğun yanında toplandı.
Yaylacılar, Pülümür Çayı’yla Çemesol’un birleştiği yere akın etti.
Suya paralel koşan kadınlar ve çocuklar, umudunu yitirmişti.
Mezra köyü Sürek Mahallesi’nde oturan Fatma Canpolat (1920-1993), olayı haber alır almaz Canpolat ailesinin evine doğru yürüdü. Aileye haber verme görevi ona düşmüştü. Acı olayı duyurmak kolay değildi. Sürekli kadına, baba ve oğulun birlikte boğulduğu bilgisi verilmişti. Haberi verirken cümlelerini özenle seçmeye çalıştı. Haber, Hüseyin Canpolat’ın Mezra Ovaserene’deki evinde deprem etkisi yarattı. Canpolat ailesi büyük bir sarsıntı geçirdi. 7 çocuk annesi, 32 yaşındaki Filike (Filo) Canpolat’ı zor günler bekliyordu.
9 yaşındaki Fecire Canpolat, babasının boğulma haberini yaşamı boyunca unutmayacaktı.
Olay Mezra köyünde duyulmuştu. Çevre köylere haber verilmesi gerekiyordu.
Mezra köyünden Ahmet Canpolat (Hemede Hesene Bor, 1877-1972), komşu Akdik köyüne haber vermek için evinin üzerine çıktı. Mezra köyünün en yüksek tepesindeki Ovaserene’de oturan Ahmet Canpolat, olanca sesiyle bağırıyordu:
“Lao sare Aynıge, lao! Akdikliler, hey!”
Mezralı köylü, tahminen 2 kilometre uzaklıktaki Akdik köylülerine sesleniyordu.
Ses, başlangıçta anlaşılamadı. Köye seslenen kişi aynı cümleyi birkaç kez tekrar etti. Akdik Ormanı’nın kıyısındaki toprak damlı evinin önünde 9 yaşındaki torunu Rıza Dalkılıç’la oturan Hasan Dalkılıç (Hesene Sadıqe Weli, 1902-1997), tüm dikkatini toplamış, Mezra’dan yayılan sese kulak vermişti.
Hemen telaşlandı:
“Wuşene Gulavi boğulmuş!”
Filike Canpolat, 3 aylık Hıdır’ı kızı Fecire’ye emanet etti. Talihsiz kadın, olayı haber alır almaz Ovaserene’de oturan Ahmet Yaman’la (1927-21 Eylül 2001) birlikte yola çıktı. Akdik köyünden Kamer Canpolat (1932-2013) ve çok sayıda kadınla birlikte yola düştü.
Tarlalar ve çayırlar gelinciklerle süslenmişti. 14 yaşındaki Cennet Canpolat ve kız arkadaşları, çayırda topladıkları gelinciklerle tırnaklarını kırmızıya boyuyordu. Cennet’in babası Ali Canpolat ve diğer köylüler yardım için Pülümür Çayı’na yönelmişti.
Haber, aynı saatlerde Kırmızıköprü’ye de ulaşmıştı.
1965 yılında İstanbul’dan satın alınan “0” kilometre İngiliz yapımı Commer minibüsün sürücüsü, Kırmızıköprü’de yolcu bekliyordu. 12 kişilik minibüs tıka basa yolcu taşır, bozuk yollarda feleğe meydan okurdu.
Kırmızı minibüs, Mezra köyünden Ahmet oğlu Kamer Fırat (Qemere Hemed, 1920-1985) ve Ahmet oğlu Ferhat Satık’a (Ferate Hemede Hesen, 1910-1984) aitti.
Minibüsün yönü Erzincan’a dönüktü. Haber Kırmızıköprü’ye ulaşır ulaşmaz, kırmızı minibüsün beyaz gömlekli sürücüsü İbrahim Canerik (1936), U dönüşü yaparak yönünü Tunceli’ye döndü. Minibüsün iki de muavini vardı. Bunlardan biri Ahmet Satık diğeri ise Nuri Fırat’tı. Kaza günü minibüste muavinlik görevi, Pülümür Ortaokulu öğrencisi Nuri Fırat’ındı. Yaklaşık 15 köylü, minibüsle, 4 kilometre uzaklıktaki Haskare-Han Yaylası’na doğru yola çıktı.
Sürücü, şosede gaz pedalından ayağını indirmiyordu.
Birkaç dakika içinde iki suyun birleştiği yerden itibaren arama çalışmalarına başlandı. Arama çalışmalarına çevre köylerden çok sayıda insan katıldı. Çalışmalara köylülerden başka katılan olmadı.
Köylüler, Pülümür Çayı’nın kıyısını tarıyordu.
Arama çalışmalarında Mezra, Akdik/Şihan ve çevre köylerden köylüler yer almıştı. Mezra Köyü Muhtarı Hıdır Demirbilek (1930-2022), Ali Akkılıç (1932), Ahmet Yaman (1927-2001), Ferhat Canpolat (1913-1981), Kamer Canpolat (1932-2013), Ali Canpolat (Aliye Bıne Dewe, 1917-1986), Hüseyin Canpolat (1915-1986) Pülümür Çayı’ndaki arama çalışmalarına katılan köylülerden bazılarıydı.
Arama çalışmaları birkaç saat içinde sonuç verdi. Hüseyin Canpolat’ın cansız bedenine Pülümür Çayı’yla Çemesol’un birleştiği yerden birkaç yüz metre uzaklıkta ulaşıldı. Canpolat, deli dalgalarla birlikte sürüklenmiş, suya doğru eğilen söğüt ve kavak ağaçlarının dalına takılmıştı.
Mezralı köylü, Pülümür Çayı’nın doğu kıyısında bulundu. Cansız beden, sudan özenle çıkarıldı. Kırmızı minibüsle Mezra köyüne taşındı. Aynı gün toprağa verildi.
Hüseyin Canpolat, Almanya’ya işçi olarak gitmek için başvuruda bulunmuştu. O günlerde Almanya’dan gelecek çağrıyı bekliyordu.
Siyah katır, Akdik köyünden Ali Canpolat’a satıldı…
15 Mayıs 1966’da Çemesol’un azgın dalgalarına yenik düşen Hüseyin Canpolat’ın Almanya başvurusu sonuçlandı. 18 Mayıs’ta Pülümür PTT’sinden Kırmızıköprü’ye ulaşan kapalı zarftan, Gülabi oğlu Hüseyin Canpolat’ın Almanya’da işçi olarak çalışma başvurusunun kabul edildiğine ilişkin belge çıktı.
Günlerden Çarşamba’ydı…
Tüm Mezarlığındaki mezarda henüz ot bitmemişti…
TEŞEKKÜR
Bu çalışmaya katkı sunan Sayın Ali Akkılıç, Sayın Ali Satık, Sayın Cennet Canerik, Sayın Düzgün Arslan, Sayın Emine (Elif) Akkılıç, Sayın Emine Canerik, Sayın Fecire Canpolat, Sayın Filo (Filike) Canpolat, Sayın Hakkı Canpolat, Sayın Hıdır Canerik, Sayın İbrahim Canerik, Sayın İbrahim Canpolat, Sayın İbrahim Satık, Sayın Medine Canpolat, Sayın Nuri Fırat, Sayın Rıza Dalkılıç ve Sayın Saray Fırat’a candan teşekkür ederim.
(Körfez, 15 Mayıs 2024)