Bir kent ranta kurban edilirken ayakta kalmayı başaran güzellikler vardır. Körfez Yavuz Sultan Selim Mahallesi’nin ortasından geçen Ağadere’nin kıyısındaki ceviz ağacı da bunlardan biridir. Körfez Yavuz Selim İlkokulunun minik öğrencilerinin hemen her sabah yanından geçtiği ağaç, tarumar edilen bir kıyı kentinde ayakta kalmanın haklı gururunu yaşıyor. Bir öğle sonrası ceviz ağacının gövdesine yaslanıyorum. Yapraklarına-meyvelerine dokunuyor, gövdesini kucaklıyorum. Dallarından yayılan kuş cıvıltılarını yüreğime dolduruyorum. Kulağım yaprak hışırtısında, küçük bir esintiyle çarpıyor yüreğim. Cevizin o tanıdık kokusunu içime çekiyorum.
Ceviz, çocukluğumun anılarda kalan aşkıdır.
Büyük aşkıma kavuşuyorum.
Köyümdeki ceviz ağaçları sincaba, ağaçkakana, serçeye kucak açar, biz çocukları bağrına basardı. Cevizin yaydığı sülfürün ozon tabakasını yenilediğini o zaman bilmezdik. Dayım Müdür Ağa’nın yüzyıllık ceviz ağacının gölgesi köydeki tüm çocuklara yeterdi. Çocukluğumuzun o dev ağacı, kovuğunda dört mevsim barındırdığı sincapları ele vermezdi. Cebimizde minik çakılar, cevizin tepesine çıkardık. Elips biçimindeki yeşil kabuklu cevizi bir ucundan oyar, henüz olgunlaşmamış içini yerdik. Böylece sincapları taklit ederdik. Çocukluğumuzun bu zamansız hasadında peşimize düşen, bizi kovalayan olmazdı. Yeşil kabuklar zamanla ellerimizi karartırdı.
Eylül ayında okullar açılmadan birkaç gün önce ellerimizi ağartmak için telaşlanırdık. Derepuşiye’ye koşar, ellerimizi kumla ovardık. Öğretmenimize temiz ellerimizi ve mendilimizi göstermek için sabırsızlanırdık. Öğretmenlerimiz Kemal Cahit Akçiçek’ten, Hasan Hüseyin Renkal’dan, Adem Gür’den ‘Aferin!’ almanın mutluluğunu yaşardık. Sonbaharda sararıp solan ceviz yaprakları dökülürken de ceviz ağacına koşardık. O yıllarda elimiz genişliğindeki yaprakların altında gizlenirdik. Bu, sonbaharda oynadığımız saklambaçtı. Ceviz, çocukluğumun aşkı ve tutkusudur. Salördek köyündeki Gülizar halamı ziyaret ederken, sekoya ağacı kalınlığındaki gövdesiyle beni büyüleyen o ceviz ağacını unutamam. Gövdesinde belki minik bir otomobilin geçeceği genişlikte tünel açılabilen o ceviz ağacına ne oldu? Ya Gökçekonak, Uzunevler, Çatalyaka, Doğanköy, Beğendik, Kaymaztepe, Kovuklu, Kocatepe, Çakırkaya ve diğer köylerdeki cevizler? Ne oldu o ceviz ağaçlarına, söyleyin ne oldu? Pülümür köylerindeki ceviz varlığı 80’li yıllarda tarumar edildi. Cevizler de ‘Netekim‘in hışmına uğramıştı! Uygarlığın bu önemli varlığı sistemin teşvikiyle kereste muamelesi gördü. Koruma altına alınması gereken yüzyıllık ceviz ağaçları, Pülümür Orman İşletme Şefliğinin utanç verici ‘çürük’ raporlarıyla birer birer kesildi. Ceviz ağaçları, yaban armutları, alıçlar artık odundan ibaretti! Kadim bir uygarlığa duyulan çağ dışı öfke, bölgenin yaşam kaynaklarını kurutuyordu. O büyük gövdeler balta darbeleriyle kökünden söküldü. Sıcak yaz günlerinde serin gölgesiyle bütün bir köyü ferahlatan ceviz ağaçlarının çoğu yok edildi. Sistem, sincapları bile evsiz yurtsuz bırakmıştı. Çocukluk anılarımız, aşklarımız, mutluluğumuz, kuş cıvıltıları en büyük koruyucusunu yitirmişti.
Şimdi bu koca kentte, rantçılara inat, ayakta kalmayı başaran ceviz ağacının meyve yüklü dallarını okşuyorum.
Ellerimle, yüzümle, tüm gövdemle cevize sarılıyorum.
O koca cevizin kovuğunda gizlediğim işlemeli mendile akıtıyorum göz yaşlarımı.
Sarı Kız’ın mendili ıslanıyor …
(Dilovası, 11 Haziran 2019)