- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
1978 yılıydı. Muş’ta görev yapan öğretmenler, İl Millî Eğitim Müdürlüğü Disiplin Kurulu üyesini belirlemek için seçime gitmişti. Sıtkı Ay, öğretmenlerin oyuyla kurul üyeliğine seçilmişti.
Kurul Vali Rasim Gezmiş, İl Millî Eğitim Müdürü Selahattin Sami Özer, il genel meclis üyesi, ilköğretim müfettişi, ilköğretim müdürü, okul müdürü ve iki öğretmenden oluşuyordu.
Millî Eğitim Müdürlüğünce bir öğretmen hakkında yürütülen soruşturma raporu, kurulda görüşülüyordu. Soruşturmanın konusu, Rus klasikleriydi. Muş’ta görevli bir köy öğretmeni, Kastamonu’da yatılı okuyan arkadaşına mektup yazmış, Rus klasiklerini okumasını tavsiye etmişti!
Memleket elden gidiyor, istihbarat uyuyordu!
Haber elemanları, söğüt gölgesinde istirahate çekilmişti.
Mektup, okul yönetimi tarafından defalarca okunmuş, gereği için ilgililere iletilmişti.
Okul koridorlarında bile komünizmin ayak sesleri duyuluyordu.
Sansürcüler, ülkenin bekası için teyakkuzdaydı.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Kocaeli Körfez Ormanı, doğal bitki örtüsü ve hayvan varlığının adım adım yok edildiği alanlarımızdan. Orman, yaklaşık 15 yıldır akıl almaz bir kıyımla karşı karşıya. İşe, çoğu gereksiz, orman içi yolların yaygınlaştırılmasıyla başlandı.
Orman, ‘ulaşım kolaylığı’ndan dolayı, kötülük peşinde koşanların ayakları altına serildi.
Ağadere’ye can veren kaynak, taş ocağıyla ölüme terk edildi. Güzelim vadi, taş ocağı ve inşaat atıklarıyla çöplüğe çevrildi.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Gün ışımadan çalışmaya başlıyor, ay ışığında harman savuruyorlardı. Kışın, erişilmez dağlardan, çarçır yüklü kızaklarla âdeta ölüm yolculuğuna çıkıyorlardı. Odun toplarken, uçurumlarda dağılan bedenler, soğuk kış mevsimlerinin ağır bedeliydi.
Çalışkandılar.
Çalışkan ve yoksul!
Yeryüzünün saklı cennetinde cehennemi yaşıyorlardı.
Cehennemdi yaşatılanlar.
Uğruna can verdikleri ülkede yoksulluğa mahkûm edilmişlerdi. Çalışarak ömür tüketiyor, ama insanca yaşama koşullarını yaratamıyorlardı.
Bazıları 1950’li yılların İstanbul’unda hamallık yapıyordu.
Kentin köhne sokaklarında dünyayı sırtlamışlardı.
1960’lı yıllarda Avrupa kapısı aralanmış, yurdun dört bir yanından Almanya ve Avusturya’ya akın başlamıştı. Avrupa, sağlam adam istiyordu. İşçiler, hastanelerde dişlerine varıncaya kadar muayeneden geçiriliyordu.
‘Çürük’ olanlar yurtdışına çıkamıyordu.
Yedi düveli bozguna uğratan ülkenin insanı, ecnebilere pazarlanıyordu!