Öğretmen Sıtkı Ay: Başın öne eğilmesin!
Öğretmen Sıtkı Ay: Başın öne eğilmesin!

 

1978 yılıydı. Muş’ta görev yapan öğretmenler, İl Millî Eğitim Müdürlüğü  Disiplin Kurulu üyesini belirlemek için seçime gitmişti.  Sıtkı Ay, öğretmenlerin oyuyla kurul üyeliğine seçilmişti. 

Kurul  Vali Rasim Gezmiş, İl Millî Eğitim Müdürü Selahattin Sami Özer, il genel meclis üyesi, ilköğretim müfettişi, ilköğretim müdürü, okul müdürü ve iki öğretmenden oluşuyordu.

Millî Eğitim Müdürlüğünce bir öğretmen hakkında yürütülen soruşturma raporu, kurulda görüşülüyordu. Soruşturmanın konusu, Rus klasikleriydi. Muş’ta görevli bir köy öğretmeni, Kastamonu’da yatılı okuyan  arkadaşına mektup yazmış, Rus klasiklerini okumasını tavsiye etmişti!

Memleket elden gidiyor, istihbarat uyuyordu!

Haber elemanları, söğüt gölgesinde istirahate çekilmişti.

Mektup, okul yönetimi tarafından defalarca okunmuş,  gereği için ilgililere iletilmişti.

Okul koridorlarında  bile komünizmin ayak sesleri duyuluyordu.   

Sansürcüler, ülkenin bekası için  teyakkuzdaydı.   

0
0
0
s2sdefault
Bülent Duman, Kocaeli Körfez Ormanı, 21 Mart 2024.
Bülent Duman, Kocaeli Körfez Ormanı, 21 Mart 2024.

Kocaeli Körfez Ormanı, doğal bitki örtüsü  ve hayvan varlığının adım adım yok edildiği  alanlarımızdan.   Orman, yaklaşık 15 yıldır  akıl almaz bir kıyımla karşı karşıya. İşe, çoğu gereksiz, orman içi yolların yaygınlaştırılmasıyla başlandı. 

Orman, ‘ulaşım kolaylığı’ndan dolayı,  kötülük peşinde koşanların ayakları altına serildi.

Ağadere’ye  can veren  kaynak, taş ocağıyla ölüme terk edildi.  Güzelim vadi, taş ocağı ve  inşaat atıklarıyla  çöplüğe çevrildi.  

0
0
0
s2sdefault
(Ön sıra) Ahmet Pekin (Akdik/Şihan), Ali Akkılıç (Mezra), ?  (Arka sıra) ?, Ahmet Dalkılıç (Akdik), Şıhali Doğru (Akdik/Şihan)
(Ön sıra) Ahmet Pekin (Akdik/Şihan), Ali Akkılıç (Mezra), ? (Arka sıra) ?, Ahmet Dalkılıç (Akdik), Şıhali Doğru (Akdik/Şihan), Almanya, 1960'lı yılların sonu. 

 Gün ışımadan çalışmaya başlıyor, ay ışığında harman savuruyorlardı.  Kışın, erişilmez dağlardan, çarçır yüklü kızaklarla âdeta ölüm yolculuğuna çıkıyorlardı.  Odun toplarken, uçurumlarda dağılan bedenler, soğuk kış mevsimlerinin   ağır bedeliydi.

Çalışkandılar.

Çalışkan ve yoksul!

Yeryüzünün saklı cennetinde cehennemi yaşıyorlardı.

Cehennemdi yaşatılanlar.

Uğruna can verdikleri ülkede yoksulluğa  mahkûm edilmişlerdi.  Çalışarak ömür tüketiyor,  ama insanca yaşama koşullarını yaratamıyorlardı.

Bazıları 1950’li yılların  İstanbul’unda hamallık yapıyordu.

Kentin köhne  sokaklarında dünyayı sırtlamışlardı.

1960’lı yıllarda Avrupa kapısı aralanmış, yurdun dört bir yanından Almanya ve Avusturya’ya akın başlamıştı.  Avrupa, sağlam adam istiyordu.  İşçiler, hastanelerde dişlerine varıncaya kadar muayeneden geçiriliyordu.

‘Çürük’ olanlar   yurtdışına çıkamıyordu. 

Yedi düveli bozguna  uğratan  ülkenin  insanı,  ecnebilere pazarlanıyordu!

0
0
0
s2sdefault