Elazığ Maden (Fotoğraf: Maden Belediyesi)
Elazığ Maden (Fotoğraf: Maden Belediyesi)
Mustafa Keser
Mustafa Keser

Google arama motoruna "Mustafa Keser tükürük" diye girildiğinde, otuz üç  saniyede,   on yedi  bin  iki yüz sonuç çıkıyor! Aynı arama motorunda "Mustafa Keser" adı sorgulandığında, otuz yedi saniyede, bir milyon beş yüz otuz sonuçla karşılaşılmaktadır.  Mustafa Keser bir milyon beş yüz otuz bin, "tükürük" on yedi bin!

Matematikçilere göre, bu sonuç, tükürüğün yenilgisidir. 'Tükürük', sanatın karşısında yenilgiye uğramıştır.

Madenliler  Konuksever İnsanlardır

Mustafa Keser, Elazığ Maden doğumlu. Elazığ, Tunceli'ye komşu illerimizden. Bir anlamda hemşehri sayılırız.  Maden, kilometrelere karşın, Tunceli'nin yanı başındadır. Tunceli ve Maden benzer kültürel iklime sahip. Maden'de sarı buğday başaklarını okşayan ılık esinti, Tunceli'de de hissedilir. Tunceli'den Diyarbakır'a giderken Maden'e  el sallamadan geçemezsiniz.  Madenliler, konuksever ve paylaşımcı  insanlardır. Susuzluktan boğazı kurumuş  yolculara sadece su değil, yüreklerini verirler.  Yolda kalırsanız eğer, üstelik hava soğuksa, yani kara kışın  tam ortası, rastgele bir Madenlinin kapısını çalın. Ahşap ya da çelik fark etmez. Kapı mutlaka açılacaktır. Kapının ardında el feneriyle beliren yaşlı kadın sizi içeri buyur edecek, sobanın üzerinde demlenen sıcak ıhlamur ikram edecektir. Üstünüz başınız ıslanmışsa, çeyiz sandığında özenle sakladığı kıyafetleri tereddütsüz size giydirecektir.  Kapıyı  bastonlu  bir dede de açabilir. Pos bıyıklı dede, gurbet eldeki çocukları ve torunlarına hasret kalmıştır. Nar gibi kızaran sac sobadan kapıya ulaşan sıcaklık, aslında evde yaşayan iki yaşlı yürekten yayılmaktadır. Bu iki yaşlı karı koca, kapılarını kilitlemeyi bile ayıp saymaktadır. Dedenin candan karşılamasına nine de katılacak ve sizi âdeta kucaklayarak içeri alacaklardır. Onlar için çocuk ve torun hasreti en azından bir süreliğine geride kalmıştır. Kapı kolunu güçlükle çeviren kıvırcık saçlı bir kız çocuğu, sizi dünyanın en mutlu insanı edecek bakışlarla karşılayacaktır. O gün okuldan dönmüş ve akşam vakti ödevlerinin başına oturmuştur. Kıvırcık kız, kalabalık bir ailede yaşamaktadır. Küçük kardeşler, anne-baba ve  hasta yatağındaki babaanne bir aradadır.

0
0
0
s2sdefault
                             
Pülümür Kırmızıköprü Ortaokulu (17 Ekim 2013)
Pülümür Kırmızıköprü Ortaokulu (17 Ekim 2013)
 
Pülümür Kırmızıköprü Ortaokulu Enkazı(16 Nisan 2018)
Pülümür Kırmızıköprü Ortaokulu Enkazı(16 Nisan 2018)

1965 yılında Erzincan'dan otobüse atlayarak Ankara'ya gitmişlerdi. Toplam beş kişiydiler. Mezra köyünden Müdür Ağa (Hıdır Sadıkoğlu), Savaştepe Öğretmen Okulu mezunu öğretmen Hasan Fırat, öğretmen Yılmaz Doğan, Salördek köyünden Ali Aslan (Ali Ağa). Kırmızıköprü'ye ortaokul yaptırmak için düşmüşlerdi yola.

Onları diğer köylüler de destekledi.

Mücadele sonuç verdi.

1970 yılında Kırmızıköprü Ortaokulu açıldı.

Önce ağabeylerimiz ve ablalarımız okudu o okulda.  1970 yılında okula başlayanların büyük bölümü üniversite öğrenimi gördü. Öğretmen, eğitim yöneticisi, işadamı, avukat, gazeteci, siyasetçi,  psikolog, doktor, doçent ve profesör oldular. Bunlardan daha önemlisi, iyi birer insan ve  aydın yurttaş olmalarıdır.

1970 yılında açılan Kırmızıköprü Ortaokulu,  gözlere inen perdeleri kaldırmıştır. Okulla birlikte toprak damlı evlerin  pencerelerinden içeriye gün ışığı  girmiştir. Salördek, Beğendik, Mezra, Kaymaztepe, Akdik, Kovuklu, Uzunevler ve  Gökçekonak köylerinden iki örgülü kız çocukları okul için her gün binlerce adım atmış, kilometrelerce yol yürümüşlerdir. Anne ve babalarıyla birlikte uyanmış, kına renkli deri yayığı yaydıktan sonra çantalarıyla yola koyulmuşlardır. Karlı günlerde kar kürekleriyle evlerinin üzerini temizlemişlerdir.

Yağmurmuş, karmış, çığmış, soğuk havaymış…  

Bunları akıllarından bile geçirmemişlerdir.

Köy yolunda, beyaz gömlek ve lacivert üniformalarıyla inci taneleri gibi dizilmişlerdir.

Yorulmamışlardır.

Bıkıp usanmamışlardır.

Toplum, okullarla feodalizmin prangalarını kırmıştır.

Tunceli aydınlanmıştır.

Sabah gün ağarmadan uyanan gençler önce köydeki işlerini halletmiş,  sonra Kırmızıköprü yoluna düşmüşlerdir. Kovuklu'dan 7 km, Mezra'dan 3 km, Akdik'ten 4-5 km,  Uzunevler'den 2 km, Çatalyaka'dan 4-5 km, Gökçekonak'tan 3 ya da 4 km yürüyerek okula gelmiş ve ders bitiminde tekrar köy yoluna düşmüşlerdir.

0
0
0
s2sdefault
Hıdır/Emine Canerik
Hıdır ve Emine Canerik
Hıdır Canerik ve Emine Canerik
Hıdır Canerik ve Emine Canerik
Dede, torununa çalışmayı sevdiriyor
Dede, torununa çalışmayı sevdiriyor
Hıdır Canerik
Hıdır Canerik

Nüfus memuru dâhil, doğum gününü bilen hatırlayan yok. Kayıtlara 1 Temmuz 1934 olarak geçti. Ay ve gün bilgisini, yıllar sonra ilgili nüfus memuru rastgele işlemişti kütüğe.  Acaba hangi ayda doğmuştu?  Bir yılda on iki ay var, ama yaşama merhaba dediği ay bilinmiyor.  Ya mevsim? İlkbahar, yaz, sonbahar, kış…  Gelinciklerle birlikte mi gözlerini açtı? Keşiş Yaylası’nda karların eridiği, doğanın kirden pastan arındığı; sümbüllerin, sarıçiçeklerin, çiğdemlerin,  nergislerin, kardelenlerin arılara gülümsediği; bozayıların kış uykusundan uyandığı mevsim… Belki…  Kara kovanlardan,  kaya oyuklarından ya da konuksever meşe ağaçlarının gövdelerinden havalanan bal arılarının polen toplama mevsimi… Arılar, belki minicik bacaklarında taşıdıkları polen kokusunu çocuk çığlığının duyulduğu o toprak damlı eve de yaymıştır. 

Köylü kadınlar, o sırada,  erkek çocuk doğuran gururlu anneye tereyağlı dut-kayısı hazırlıyor olmalı. Herire, şir, zervet... 

Kavut da akla yatkın.  

Peki,  baba neredeydi? Evindeki iki öküzü kurban etmek için hangi ziyaretin yoluna düşmüştü, onu da bilen yok. Hayal meyal hatırlayanlar, kurban kesiminin, güneşli bir günde gerçekleştirildiğini dile getirmiştir. Belki köyden topladığı ürünleri katıra yükleyip Erzurum yoluna düşmüştür. Erzincan’a gittiği de olurdu. Günlerce süren yolculuktan sonra Erzurum’a varacak, elindekileri paraya çevirecektir. Yalnız mı düşerdi uzun yola? Bazı yolculuklara, köylüsü Kamer Canpolat’la birlikte çıkardı. Erzurum’dan patates, şeker, çay, üst baş alacak ve sabırsızlıkla köyüne dönecektir.  O yıllarda Erzurum esnafıyla nasıl iletişim kurabildiği de merak konusu. Köyünde, doğup büyüdüğü yerde konuşan, sohbet eden, gülüp eğlenen, dost meclislerine katılan baba Erzurum’da iletişim sorunu yaşadı mı acaba? Kamer’in iletişimde yardımcı olduğunu söyleyenler olsa da, bazı yolculuklara tek başına çıkması, ciddi bir iletişim sorunu yaşamadığını gösterir.

Erzurum’dan, anne kucağında uyuyan oğluna kim bilir neler getirmiştir. Yolculuğa çıkmadan öpüp koklamış, üç minik kızını bağrına basmıştır. Kızlarından birini sağ kucağına, diğerini ise sol kucağına alarak sarılmıştır. Üçüncü kızını kucağa alamayınca yere eğilmiş, onu da kucaklamıştır. Kollar sonsuza kadar açılmış, bütün bir köyü kucaklamıştır.  Minik kızlar, babalarından bir şey istemişler midir? Ne onlar hatırlayabilecek durumda ne de olayın tanıkları.

O tanıklar ki, bugün hiçbirine kayıtlarda bile rastlanmamaktadır.  Hiç doğmamış,  büyümemiş, soluk alıp vermemişlerdir sanki. Salıncaklarından çıkan ses masmavi gökyüzünde yitip gitmiştir. Sıcak bir yaz günü salıncağın esintisiyle şekerleme yapan köylüler de sonsuzluğa erişmiştir. Köy meydanında bıraktıkları izler çoktan silinmiştir.  Kırmızıköprü’yü gören Taht Mezarlığı’nda onlara ait hiçbir iz bulunmamaktadır. Mezarlığa gömülecek kadar şanslı olanların başucunda isimlerinin kazındığı taş parçaları da toprağa karışmıştır.

0
0
0
s2sdefault