- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Başı sıkışanların ilk çağrısı, devlete olmaktadır. Bu son derece haklı bir yardım çağrısıdır. Sorunlar, en büyük örgütlü güç olan devlet tarafından çözümlenebilir. Vatandaşların sorunlara bireysel çözüm üretmek zorunda bırakılması, hukuk devleti açısından kabul edilemez niteliktedir. Kanunsuzluğun, kuralsızlığın, başıbozukluğun, hukuk tanımazlığın olduğu yerde gözleriniz devleti arar. Sanırım devleti göreve çağıran o meşhur sözü ilk olarak Reha Muhtar kullanmıştı:
Nerede bu devlet?
Doğaya zarar veren uygulamalarda da gözleriniz devleti arar. Elde tüfek hayvan avlayan, orman yakan, gölleri ve denizleri kirleten, havaya zehir saçanlara karşı, devletten, yaptırım gücünü kullanması beklenir. Şehrin orta yerinde atık maddeleri yakarak üç kuruşluk metal elde edenlere tanınan 'özgürlük', olağan karşılanabilir mi? Kuşkusuz, onların üç kuruşa mahkûm edilmeleri hepimizin ayıbı. İnsanlık onuruna yakışan istihdam seçeneklerini sunmak da görevimiz. Bu eylemi gerçekleştirenlerin, sorunun bilincinde olduklarını söylemek zor. Ya devlet? Devlet nerede? O saatte devlet uykuda mı? Yukarıdaki fotoğraflar 24 Mayıs'ta, sabah vakti çekildi. Yer Körfezkent, Migros'un hemen arkası…
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
Serin bir sonbahar günüydü. Bağ bozumuydu. Kasabalılar kış bastırmadan bütün işlerini tamamlama çabasındaydı. İşi gücü olmayan Nuri Çapkın yolda 'volta' atıyordu. O gün kaç tur attığını kimse saymamıştı. O da adımlarını saymazdı. O yıllarda 'adım sayacı' vb. mucizevi yazılımlar henüz geliştirilmemişti. Rüzgâr, İspanyol paça pantolonlarını dalgalandırıyor, geniş atkısını yüzüne yapıştırıyordu. Montunun sol kolundaki cebinde taşıdığı kırmızı filtreli sigaranın birini söndürüp birini yakıyordu. Mont deyip geçmeyin, en az on cepli bir dehliz! Hareket hâlindeyken montun fermuarlarından çıkan ses, metal para gıcırtısını andırıyordu. Onun cebinde herhangi bir şey bulmak, pek de kolay değildi. Yola tükürmek yetmiyormuş gibi bir de izmaritleri sağa sola atıyordu. Almanya'dan emekliye ayrılan komşumuz Zühtü Kibarbey, elde zincir sallayan Nuri'nin izmarit attığını görünce, dayanamadı:
-Tam bir maganda! Allah ıslah etsin!
İfade böyleydi, ama akılda kalan 'manda' olmuştu. Açık sözlü olmak gerekirse 'manda' diye bilirdim. Mutu köprüsünden geçip Erzurum-Erzincan kara yolunda ilerlediğimizde arada bir mandalarla karşılaşırdık. Erzincan'da, çamurlu sulardan çıkmayan bu iri yarı ve güçlü hayvana 'camış' denir. Arapça kökenli 'camız' yöreden yöreye farklı biçimlerde ifade edilir. Erzurumlular ve Ordulular da çamur banyosu tutkunu bu hayvanı 'camış' olarak adlandırır. 20 ciltlik Tarama Sözlüğü (Cilt 2, s. 820)'nde 'çamış', haşarı, sert başlı hayvan olarak tanımlanmaktadır.
Kara camışları vurdum bayıra türküsü, Erzurum'un hüznüyle yüklüdür.
Doç. Dr. Şebnem Pamuk'tan öğrendiğimize göre, bir bardak manda sütü her türlü besin ihtiyacını karşılıyor. Manda sütü, yağda eriyen vitaminler yönünden de oldukça zengin. Yağlı sütü ve güzel yoğurduyla beslenme dünyasında saygın bir yeri hak eden mandaların 'bela'yla anılabileceğini hiç düşünmemiştim.
'Manda'nın maganda olduğunu öğrendiğimde iş işten geçmişti. İlk magandalarla yüksekokulda karşılaşmıştık. Kavurmalık bazı yaratıklar, omuzda ceket, elde zincir okul koridorunda 'bela' ararlardı. Dinlenme saatlerinde işaret parmaklarına doladıkları otuz-kırk santimlik zincirlerle koridoru öğrencilere dar ederlerdi. Başarısızlık, belalıların evrensel gerçeğidir.
- Ayrıntılar
- Hüseyin Canerik tarafından yazıldı.
|
Mağaralar… İrili ufaklı mağaralar… Mezra köyüne yaklaşık bir buçuk km mesafedeydi. Köy yolunun üzerindeydi. Her sabah önünden geçilirdi. Sıcak yaz günlerinde serinlemek için soluklanılırdı. Yağmurdan korunmak için güvenli sığınaklardı. Hafif bedenleriyle Pülümür Vadisi’nde süzülen güvercinlerin mekânıydı. Kırmızıköprü’ye gelen herkes önünden geçerdi. Akşam köy yoluna düşenler de oradan geçmek zorundaydı. Anneler, babalar, anneanneler, babaanneler, büyükbabalar, bebekli anneler, sırtında yük taşıyan köylülerin tamamı Mezra köyü mağaralarının serinliğini hissetmiş, yağmurdan korunmak için sığınmıştır.
Mağaralarla Pülümür Çayı'nın kadim dostluğu, zengin kekik örtüsüne dayanır. Eteklerini toplayarak dikkatle mağaralardan aşağıya inen köylü kadınlar kekik toplardı. Kış sofralarını zenginleştiren kekiğin kaynağına inmek, keyif vericiydi.
Pülümür Çayı’nın kıyısından mağaralara doğru yayılan kekik kokusu, delicesine bir aşk ve özgürlük tutkusudur.
Pülümür Kırmızıköprü Ortaokulunda 1970 yılında eğitime başlayan öğrenciler her sabah mağaraların hayranlık uyandıran güzelliğine tanık olmuştur. Onlar Tunceli Lisesinde okurken mağaralarda şarkı söyleme sırası kardeşlerine gelmiştir. Mağaralar nankör değildir, kimseyi karşılıksız bırakmaz. Islığın, şarkının, sevincin mutlaka karşılık bulduğu mekânlardır, mağaralar. O mağaralarda acaba kaç anne bebeğini emzirmiştir? Yaz sıcağında anne ve bebeklere kanat geren mağarada yankılanan bebek çığlıkları, binlerce yıldır Pülümür Vadisi’ne hayat vermektedir. Vadi, bütün güzelliğini, umudu besleyen bu bebek çığlıklarına borçludur. Emerken annesinin gözlerinin içine bakan bebeğin mutluluğu, o serin mağaradan Türkiye’ye yayılmıştır.
Çukurovalı pamuk işçileri mağaranın serinliğiyle nefes almıştır.
Karadeniz, bebeğin mutluluğunu kıyılara taşımıştır.
Beşikdüzü yaylasında ineğini sağan köylü kadın bebeğe öpücük göndermiştir.