Pülümür Efeağılı (Waremir) köyü
Pülümür Efeağılı (Waremir) köyü

12 Temmuz’da, Kırmızıköprü’den, Efeağılı köyüne yürüyerek gidiyoruz. Yürüyüşümüz, 05.25’te başlıyor. İki ablamla, emekli öğretmen Medine Arslan ve Nimet Aslan’la birlikte düşüyoruz yola.  Efeağılı’ya gitmek için Kırmızıköprü-Salördek-Çatalyaka güzergâhını izliyoruz. Yolun büyük bölümü yokuş. O nedenle ağır ağır yürüyoruz

Çatalyaka Vılemezar’da, Gök de bize katılıyor.  Gök, okul arkadaşım sevgili Haydar Gül’ün köpeği. Haydar’a,  Vılemezar’da,  geçen yıl genç yaşta aramızdan ayrılan Hasan Munzur Geyik anısına yaptırılan çeşmeyi sularken rastlıyoruz. Haydar’dan, birkaç yaşında olduğunu sandığımız Gök’ün henüz dokuz aylık olduğunu öğrendiğimizde şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz. Haydar, ayılardan dolayı, köpeği de yanımıza almamızı öneriyor. Gök’le  daha önce yaşadığımız ‘gerginlik’ sona erdiği için sevinç içinde  yola devam ediyoruz.  

Çatalyaka’dan sonra, Beğendik köyüne varmadan, sağa sapıyoruz. Sağa saptıktan kısa bir sonra yol ikiye ayrılıyor. Sola sapan yol Kuhtarı’na  gidiyor. Kuhtarı köyünde yaşayan kimse yok. Sağa sapan  yoldan Efeağılı’ya devam ediyoruz. Ormanda açılan köy yolu, bir mühendislik faciası olarak tarihe geçecek gibi görünüyor. Doğal bitki örtüsüne zarar verilmeden yapılması gereken yolda doğanın korunmasına özen gösterilmediği açık. Ormanda açılan yolun her iki yanı meşe, kavak, ceviz, elma, alıç, armut ve çınarlarla kaplı. Ormanın ana bitki örtüsü meşe. Meşeyi kavak izliyor. Çınar,  az olsa da varlığını sürdüren ağaçlardan.

Yola çıktığımızda çok serindi. Güneşle birlikte hava ısınıyor, terlemeye başlıyoruz. Kavak yapraklarının hışırtısı, yaklaşan rüzgârı müjdeliyor. Ormanı nazlı nazlı okşayan rüzgârla ferahlıyoruz. Rüzgâr, Efeağılı ormanından kucakladığı güzel kokuları cömertçe paylaşıyor. Her bitki kendine özgü bir koku yayar.  Melisa kokusundan kuvvet alıyoruz.

Adımlarımız  hızlanıyor…

Gök henüz dokuz aylık, ama kuş uçurtmuyor!
Gök henüz dokuz aylık, ama kuş uçurtmuyor!

Güvenliğimizin sorumluluğunu Gök üstlenmiş durumda. Yürüyüşümüzün her aşamasında bizi yalnız bırakmıyor. Yorulduğunda dinleniyor. Ormandaki en küçük kıpırtı Gök’ü teyakkuza geçiriyor. Önümüzde yürüyor, biraz uzaklaştığında dinlenip bizi bekliyor.

08.30’da Efeağılı’dayız. Köyün girişindeki mezarlıktan viran köye hüzün yayılıyor.  Mezarların önemli bir kısmı mermerle yapılmış. Bazı mezarlar meşe fidanlarının gölgesinde kalmış.     Efeağılı yıllar önce boşalmış.  Köyde ayakta kalan bina yok, hepsi yıkılmış. Doğa, birkaç yıl önce yapılan, şimdi kimsenin oturmadığı ev dışındaki tüm yapıları yutmuş. Viran köyün mezarlığı oldukça bakımlı. Ekonomik ve sosyal nedenlerden dolayı köyü terk etmek zorunda kalan köylülerin, arada bir mezarlığı ziyaret ettiği anlaşılıyor. Mezarlığın az ilerisinde kurumuş  meşe ağacı bir dönemin acılarını ve korkularını günümüze taşıyor.

Pülümür Efeağılı (Waremir) köyünde yıkılan binalar
Pülümür Efeağılı (Waremir) köyünde yıkılan binalar

ACI VEREN YIKINTILAR

Yaklaşık kırk yıl sonra Hüseyin ve Ali Bektaş kardeşlerin evlerinin yıkıntılarıyla karşılaşmak hüzün verici. Evlerin önündeki iki söğüt ağacı yerinde duruyor. En az yarım yüzyıllık söğüt ağaçlarının yanı başındaki kayısı ağacı geçmişin acı bir hatırası olarak varlığını sürdürüyor.  Kayısıya birkaç metre mesafedeki erik, diğer ağaçlar gibi, ısırgan otlarıyla kuşatılmış. Munzur Şanlı’nın (1899-1992) yıkılan evinin duvarları, birkaç kışı daha göğüsleyecek gibi görünüyor.

Efeağılı, sırtını yasladığı dağın eteğinde kurulmuş güzel bir köy. Görkemli dağa yaslanan Efeağılı,  Pülümür’de yolu ve elektriği olmayan ender köylerden biriydi.  Köylülerin tamamı göç ettikten sonra köy yola kavuştu!   

Pülümür Efeağılı  köyündeki yaylacı aileler (Anadolu konukseverliğini yaşatan gelenek)
Pülümür Efeağılı köyündeki yaylacı aileler (Anadolu konukseverliğini yaşatan gelenek)

YAYLACI AİLELERLE BİR ARADA

Gelmişken yaylacı ailelere uğramadan dönmek olmaz.  Çadırların önünde kurulan temiz  kazanlarda lor kaynatılıyor. Aileler, yüz metre uzaklıktaki Ali ve Hüseyin Bektaş kardeşlerin  evlerinin yıkıntılarında çürümeye yüz tutmuş odunlara dokunmamış. Ormandan kuru odun toplamışlar. Kazan, emek verilerek toplanmış odun ateşinde kaynıyor. Yaylacılar, evlerinden ayrılmak zorunda kalan Efeağılı köylülerinin acı hatıralarına saygı duyarak yağmacılara  insanlık  dersi veriyor.  

Koyunlar dağda otluyor. Köpekler sürüyle birlikte olduğu için Gök güvende sayılır. Çadırların üst tarafında günün tadını çıkaran boz eşek, Gök’ün dikkatini çekiyor.  Daha önce eşekle karşılaşmayan Gök, eşeğe yöneliyor. Eşeğin huzurunu kaçıran sevimli köpek,  uyarımıza kulak vererek yanımıza geliyor.

Şeker ailesi, Elazığ’dan,  Pülümür Efeağılı köyüne gelmiş. Aile, üç yakınıyla birlikte insana hasret Efeağılı’da  hayvancılık yapıyor. Köyde üç-dört ay kaldıktan sonra Elazığ’a geri dönecekler.  Aile, Şavak tulum peynirini üretiyor. Peynir için hazır maya kullanmıyorlar. Peynir üretiminde doğal maya yani şirdan kullanılıyor.

Koyun başına, 7-8 lira ödüyorlar.  Yaylacılar, bazı köylerdeki arazi sahiplerine de ayrıca ödeme yapıyor.  İl Özel İdareleri, koşulların uygun olduğu yerlerde, yaylacı ailelerin konaklama alanına yol götürüyor,  hayvanlara yalak   yapıyor. Söz gelimi  Tunceli İl Özel İdare Müdürlüğü, Nazımiye Eğribelen (Koyeser) köyündeki yaylacıların hayvanları için yalak yapımını üstlenmiş durumda.  Tunceli İl Özel İdaresinin, yaylaları   içme suyuna kavuşturması ve   tuvalet yaptırması için harekete geçmesi bekleniyor.

Yaylada bir çocuk bulunabileceği aklımıza gelmiyor. Yaylada çocuk olmaz mı, olur elbette. Çocukluğumuz Keşiş ve Han  yaylalarında geçmemiş miydi, ne de çabuk unutuyor insan!  Şeker ailesinin  çadırının önünde bizi Şeyma Hatun karşılıyor. Küçük bir kız çocuğu, Şeyma Hatun…  Başında tacı,  uzun kollu pembe tişörtü, pembe çiçekli şalvarı ve pembe bez ayakkabısı ile gülümsüyor… Pembeye tutkun bu güzel kız,  yüreğimize çocuk masumiyetini işliyor. 

Çantamızda Şeyma Hatun’la paylaşabileceğimiz bir renkli kalem bile yok!

Cebimizde ne bir şeker ne de çikolata…

Yokluğun, yoksulluğun koyusunu yaşıyoruz… 

Yoksulluk ne büyük acıymış meğer…

Şeyma Hatun Şeker, beş yaşında… Onunla, yaklaşık iki bin metre yükseklikteki Efeağılı (Waremir) köyünde karşılaşıyoruz. Hatun, babaannesinin adı.  Anne ve babası, Şeyma’ya, çalışkan babaannenin adını vermiş. Şeyma Hatun, yıllar sonra, çalışkan babaannesinin yerini alacak.

Şeyma Hatun, dağ başında minik bir kedi besliyor. Kedisini, köpeklerden korumak için çadırın kapısına bağlamış. Minik kedi köpeklerden korunurken,  aynı zamanda çadır kapısında nöbet tutuyor.  Küçük yaratık,   yılanlardan tedirgin olan ailelere güvenli bir ortam  sağlayarak, Şeyma Hatun’un kedisi unvanını hak ediyor.  

Çadırlara varır varmaz Gök’e bir çocuk eli uzanıyor, korkusuz…  Elazığ Ertuğrul Gazi İlkokulu öğrencisi Berat, köpekle  oyun oynuyor.  Berat, ne köpekten ne de köpeğin boynundaki tasmadan korkuyor.

Dokuz yaşındaki çocuğun cesareti hepimizde hayranlık uyandırıyor.

Öğretmen Medine Arslan, Şeyma Hatun ve Berat’la birlikte (Yaylada öğrencilerin verdiği sevinç)
Öğretmen Medine Arslan, Şeyma Hatun ve Berat’la birlikte (Yaylada öğrencilerin verdiği sevinç)

ANADOLU KONUKSEVERLİĞİ

Efeağılı’da yaylaya çıkan aileler, çoğumuzun yabancısı olduğu Anadolu konukseverliğini bize hatırlatıyor. Yaylacıların gözleri gülüyor. Sıcak  ve içten davranıyorlar. Kentlerde unutulan bazı insanlık değerlerinin Anadolu’nun bu en ücra köşesinde yaşatıldığına tanık olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.   Karşılaştığımız herkes bizi çaya davet ediyor. Güler yüzlü bu insanlar, eskiye oranla daha iyi koşullarda  üretim yapsalar da, çadırda yaşamak kolay değil. Elektrik panelinden sağladıkları elektrikle aydınlanıyorlar. Su kaynağı, konaklama alanına yaklaşık beş yüz metre uzaklıkta. Suyu eşek sırtında taşıyorlar. Çadırlarının çevresi ve  içi oldukça temiz.

EFEAĞILI YOKUŞUNDA YORGUN DÜŞEN ARABA

14 Temmuz’da,  sabah erken saatte Efeağılı köyüne yeniden gidiyoruz. Bu kez Sebahat, Nimet ablam ve emekli öğretmen Ali (Arslan) abiyle birlikteyiz. Arabayla yolculuk yapıyoruz. Köy yolunda otomobille ilerlemek zor.  Ali Hoca’yı direksiyon başında yormak istemiyoruz. Aracımız, dik yokuşta zorlanınca kenara çekip yürümeye karar veriyoruz. Yaklaşık yarım saat yürüdükten sonra  Efeağılı köyüne varıyoruz.  

Peynir almak için yaylacı aileleri  yeniden ziyaret ettiğimizde,  iş adamı Sait Şirin de oradaydı. Sait  Bey, Elazığ’da Şavak tulum peyniri üreten üreticilerimizden. Efeağılı’daki yaylacıların hepsiyle akrabalık  bağı var. Kaynağından  aldığı peyniri Elazığ’da işliyor. Sait Bey’den, Şirin ailesinin peynir üretiminin en az iki yüz yıllık geçmişi olduğunu öğreniyoruz.

Hatun,  Berat, Şeyma Hatun ve Sait  Şirin
Hatun, Berat, Şeyma Hatun ve Sait Şirin

 

ŞİRİN AİLESİNİN ÇADIRINDA KAHVALTI

Ahmet ve Halise Şirin çifti  bizi  kahvaltıya çağırıyor.  

Yer sofrasında  sıcak insanlarla bir araya geliyoruz.  

Aile, dağ başındaki konuklarını, sobada iyi demlenmiş çay,  lorla yoğurulmuş hamurdan yapılan yufka ekmek, tulum peyniri, haşlanmış yumurta ve salatayla ağırlıyor. Kahvaltının gözdesi,  geçen yıldan kalan tulum peyniri… Şavak tulum peyniri, buzdolabında saklanmadığı hâlde, tazeliğini koruyor.  Aile, beğenilen tulum peynirinden,  birkaç kilo ikram ederek bizi mahcup ediyor. 

Yaylacı ailelerden taze peynir alıyoruz. Sait Bey, önce kendi peynirini, ardından bizim peynirimizi yüklüyor. Aile,  elimize zorla birkaç yufka ekmek sıkıştırıyor. Şeyma Hatun’u son bir kez bağrımıza basıyoruz. Berat’ın alnına öpücük konduruyoruz.  Efeağılı’nın  konuksever yaylacılarıyla vedalaşıyoruz. Sait Bey’in aracıyla Efeağılı köyünden dönüyoruz.  İyi yürekli, konuksever, çalışkan ve üretken insanların varlığıyla övünüyoruz.

Ağır ağır ilerliyor araç… Yıkıntılar, kavak ormanı, kurumuş meşe ağacı,  köy mezarlığı geride kalıyor. Köy mezarlığından  aşağı inerken yeşille mavinin dostluğuna el çırpıyoruz.  Aracı park ettiğimiz yerde iniyoruz. Yol çok dar olduğundan, Sait Bey aracımızın direksiyonuna geçiyor ve yönünü Kırmızıköprü’ye çeviriyor. Onunla da vedalaşıyoruz. Dostluk ve kardeşlik ikliminin hüküm sürdüğü güzel bir memleket özlemiyle hep birlikte yola düşüyoruz.

Emekli öğretmen Ali Arslan (Çocukluğunun geçtiği dağlara yeniden kavuşmanın mutluluğu)
Emekli öğretmen Ali Arslan (Çocukluğunun geçtiği dağlara yeniden kavuşmanın mutluluğu)

(Pülümür Kırmızıköprü, 27 Temmuz 2020)   

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault