“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.” Mustafa Kemal ATATÜRK
“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdurlar.” Mustafa Kemal ATATÜRK (Resim: Dilecan Esenoğlu)

Ali Osman Paracan’ı tanıdığımda dikkatimi çeken ilk nokta, ekonomideki dalgalanmalardan asla etkilenmediğiydi. Zammış, enflasyonmuş, pahalılıkmış, pazarda cep yakan fiyatlarmış… Bunların hiçbiri onun için önemli değildi. Miyop olduğu hâlde soğan, patates, patlıcan, ıspanak, taze fasulye etiketlerine yakından baktığını gören olmamıştı.  Krizden, döviz kurlarındaki artıştan da hiç etkilenmezdi. Gece yarılarına kadar film izler, öğleye kadar uyurdu. Takım elbisesini giyinip sokağa çıktığında saatler genelde  14.00 ya da 15.00’i gösterirdi.

Mahalleli onu önemli bir devlet görevi ifa eden biri olarak tahmin ediyordu.

Yemeye içmeye düşkün sayılırdı. Kentin pahalı mekânlarında ona  rastlayanlar, bunu özel görevle ilişkilendirirdi. Birini izlemek için orada olmalıydı. İzlerken çatal bıçakların boşta kalması elbette düşünülemezdi. Lüks mekânın nimetlerinden yararlanması, üzerine aldığı ulvi görev gereğiydi. Adam büyük ve önemli görevler üstlenirken,  faturayı dert edenlerin iyi niyetinden şüphe edilirdi. Canını dişine takmış bu önemli görev adamının kaldırdığı kadehlerin lafı bile edilemezdi.

Asgari ücretlinin maaşına denk gelen faturalarını tartışmak, vatan ve millet aleyhine çalışanların işi olabilirdi.

Haftada bir gün okula gidemediğinde altı saatlik ders ücreti kesilen  ilkokul öğretmeni Yıldıray Kağan, bu kahraman görevlinin yaptığı harcamaları asla kıskanmazdı. Yeter ki vatan sağ olsun! Varsın aylık ders ücretinin iki katı kadar fatura ödesin! Onun bu ülke için göze aldığı tehlikeler karşısında kilo kaybına uğrama olasılığının bile felaket olacağını düşünenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazlaydı. Erzincanlı dönercilerin, Diyarbakırlı ve Edirneli  ciğercilerin, Kaburgacı Selim’in, Adıyamanlı Çiğ Köfteci Şehmus’un,  Çorbacı Ökkeş’in, Büryancı Bünyamin’in, Mantıcı Melek’in, Kelleci Mahmut’un da o koca gövde için seferber olacağından kuşku duyulmazdı. Gıda sektörünün, onun daldan düşmüş olgun armudu çağrıştıran sevimli göbeğine siper olacağı konusunda kimsenin kuşkusu yoktu.   

Ne olduysa seçimden sonra oldu. Bizim armut göbekli komşumuz günden güne erimeye başladı. Alışkanlıkları hızla değişti. Pahalı mekânlara uğramıyor, gece yarılarına kadar film izlemiyor, günün yarısını uykuda geçirmiyordu. Giyim kuşamındaki değişiklikler, hızlı kilo kaybı,  mutsuzluk, karamsarlık umumi efkârın nazarıdikkatini celbetmişti. Taşımakta zorlandığı o koca göbeğin erimesi ve  gözlerinin ferinin sönmesi, çeşitli söylentilere yol açıyordu:

“Karısı terk etmiş.”

“Kansere yakalanmış.”

“Birkaç aylık ömrü kalmış.”

Bu söylentilerin hiçbirinin doğru olmadığı ‘mazbata’dan sonra anlaşılacaktı. Belediyenin yeni yönetimi, yirmi yıl boyunca hiçbir iş yapmadan maaşa bağlanan binlerce bankamatik faresini saptamış ve  kartlarını iptal etmişti. Bunlardan biri de Ali Osman Paracan’dı!   

 

MAFYALAŞAN SİSTEMİN BULUŞU: BANKAMATİK FARELERİ

Bankamatik fareleri, mafyalaşan sistemin bilim dünyasına armağanıdır. Çağdaş lağım fareleri olarak  da tanımlanabilirler. Bankamatik farelerini, özgür farelerden ayıran en önemli özellikleri varlıklarını onursuzca sürdürmeye mahkûm edilmeleridir. Fındık ya da lağım fareleri besin bulmak için çaba gösterir. Bankamatik fareleri, efendilerinin ikramları dışında ayakta kalamazlar. Hizmette kusur edenlerin türünü sürdürme yeteneğine sahip olmadıkları biliniyor. Bankamatik fareleri, yaşamını onurlu biçimde  sürdürme  yeteneğinden yoksundur. Onları lağım farelerinden ayıran en önemli özellikleri de budur. 

Kart, Kangal’ın boynuna geçirilmiş bir tür tasmadır. Tasmalı bir Kangal’ın ‘özgürlük’ alanı, sahibi tarafından belirlenir. Çağdaş ‘Kangal’lar, kime havlayacakları konusunda eğitimli sayılırlar.

 

BANKAMATİK FARESİ Mİ, ONURLU BİR YURTTAŞ MI OLACAĞIZ?

Ali Osman Paracan ya da binlerce kişinin hiçbir iş yapmadan kamudan ‘maaş’ alması,  veba mikrobundan daha ölümcüldür. Çaba göstermeden,  emek vermeden, yan gelip yatarak yaşamı sürdürme anlayışının hamiliğini üstlenen bazı belediyeler, çürüme-çürütmenin etkili birer laboratuvarına dönüştürülmüştür. Denetim sisteminin işlevsiz bırakılmasıyla birlikte utanç verici, yüz kızartıcı her tür savurganlık normalleştirilmektedir.

Bankamatik memurluğu, üretimi dışlayan rant ekonomisinin harikulade buluşlarından biridir. Tembelliği, uyuşukluğu, yozlaşmayı ödüllendirme sanatıdır.  Gıcır gıcır paramatikler, halkı denetim altında tutmak için kullanılan bir tür örtülü ödenektir. Toplumu ‘terbiye’ amacıyla sallanan  sopa da denebilir. Üretime ayrılması gereken kaynakların bir kısmının  ‘göbek şişirmek’ için kullanılması, belediyeciliği kamu hizmeti olmaktan çıkaran çağdaş değnekçiliğin eylem hanesine düşülebilecek utanç notlarından biridir.

Basına yansıyan/yansımayan iddialara  bakılırsa,  asalaklık, yıllardır kamu denetiminden uzak faaliyet yürüten bazı belediyelerin temel istihdam politikası olmuştur. Sadece belediyeler mi? Bankamatik farelerinin yaşam alanının belediyelerle sınırlı olmadığı biliniyor.

Sistemin yarattığı bu asalak sınıf, üretime ve çalışmaya yabancılaştırılmış bir ülkenin içine düşürüldüğü içler acısı durumu özetlemektedir.   Kamu kurumlarında personel sıkıntısı çekilen bir ülkede binlerce insanın ‘bankamatik memuru’ olması, insan kaynaklarında savurganlığın doruğudur.

Yüzbinlerce gencin işsiz olduğu bir ülkede,  çalışmayanlara yapıldığı belirtilen karşılıksız   ödemelerle   kamu vicdanı yaralanmaktadır. Bu tür uygulamalarla, toplumda, kamu kurumlarına duyulan güven sarsılmaktadır.

 

SONUÇ VE ÖNERİLER

  1. Belediyeler, işe gitmeyerek maaş aldığı öne sürülen ‘bankamatik personeli’ ile ilgili eldeki tüm bilgi-belgeleri kamuoyuyla paylaşmalıdır.
  2. Çalışmadan maaş alanların sayısı, kimlik bilgileri, ‘çalışma’ süreleri, bugüne kadar yapılan ödemelerin dökümü vb. tüm bilgi-belgeler kamuoyuna açıklanmalıdır.
  3. Suç niteliği taşıyan faaliyetlerin idari-adli yargılama konusu yapılması için zaman geçirilmeksizin harekete geçilmelidir. Bu amaçla, ilgili kurumlara başvuruda bulunulmalıdır.
  4. Görevden ayrılan belediye başkanları, konuya ilişkin iddialara açıklık getirmeli ve kamuoyunu aydınlatmalıdır.
  5. Evrakta sahtecilik, kamu zararına sebebiyet, kaynak savurganlığı, görevi kötüye kullanma (TCK, Madde 257) vb. suçlarla ilişkilendirilebilecek bu tür kanunsuzlukların soruşturulması amacıyla Meclis Araştırma Komisyonu kurulmalıdır.
  6. Yerel yönetimlerin özellikle gelir-giderlerine büyüteç tutulmalı, kaynak savurganlığına karşı etkin önlemler alınmalıdır.
  7. Bugüne kadar yapılan haksız ödemelerin tutarı hesaplanmalı ve sorumlulardan tahsil edilmelidir.
  8. Taşeron vb. uygulamalardan vazgeçilmeli, hizmetler doğrudan belediye eliyle yürütülmelidir.
  9. Belediyeciliği rantçılıkla özdeşleştiren anlayışa son verilmelidir.
  10. Yerel yönetim faaliyetlerinde halka hizmet duygusu belirleyici olmalıdır.
  11. Temiz belediye, temiz sokak demektir. Temizliğe sokaklardan önce belediyelerde başlanmalıdır. Belediyeler sokaktan önce kendi içini temizlemelidir. Çalışmayan, üretmeyen, asalak, yozlaşmış, görevini kötüye kullanan, halka yabancılaşmış anlayışa karşı etkin bir mücadele verilmelidir.
  12. Görüşü ne olursa olsun çalışkan, dürüst, namuslu, liyakat sahibi, erdemli personel korunmalı, asalaklığa son verilmelidir.

 

Ülkemizde cevap bekleyen temel soru şudur. Çalışan, üreten, emek veren onurlu bir yurttaş mı olacağız, yoksa fındık faresi kadar bile onuru olmayan bankamatik faresi mi? Türkiye’nin önünde bankamatik fareliği gibi bir seçenek bulunmamaktadır. Türkiye, bankamatik fareliği sisteminden kurtulmaya âdeta mahkûmdur!       

 

(Körfez, 16 Nisan 2019)  

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault