Ormanda ne işi var?
İş makinesi (Ormanda ne işi var?)
Ahlat (Canını zor kurtaranlardan)
Ahlat (Canını zor kurtaranlardan)

Onunla iki yıl önce, serin bir sonbahar sabahında tanışmıştım. Sabah erken saatlerde ya da akşamüzeri uğrar yanaklarına öpücük kondururdum. Gövdesinin kalınlığı,  üç-dört yaşındaki çocukların bileği kadardı. İnce gövdeli, kısa boyluydu. Rüzgârla dans ederdi.  Cömertti. Dallarına  konan kuşlara meyvelerini ikram ederdi. Sonbaharda sararmaya başladı.  Yaprakları turuncuya ve kızıla boyandı. Kış mevsimine çıplak gövdesi ve dallarıyla girdi.

Bu, bodur bir armut fidanıydı.

İlkbaharda buluşmak üzere vedalaşmıştık. İlkbahar gelince yine sık sık buluşur, söyleşirdik. Minik kuşları dallarında ağırladığında uzaktan gülümser, dönüşte uğrayacağımı işaret ederdim. Küçük fidan çiçek açtı. Balarıları çiçek özü toplamak için  çiçeklerine kondu. Çiçeklerinin kokusunu çevresiyle paylaştı. Kuşlar, arılar ve gözle görülemeyen bütün canlılar o güzel kokuyla mutlu oldular. Çiçek kokusu, yorgun düşmüş yolcuları dinlendirirdi.  Çiçekler meyveye dönüştü. İnce dallar gün geçtikçe daha fazla eğilmeye  başladı. Armutlar olgunlaştığında fidanın önünde eğilerek bir tane alırdım.

Günde sadece bir tane.

Çünkü armutlar hepimizindi.

Armudu koparırken, fidanı  incitmemek için dalından tutardım.

 

Üç kuruş için ormana kıymak!
Üç kuruş için ormana kıymak!
Azrail gelmiş canım almaya!
Azrail gelmiş canım almaya!

Bir sabah yanına vardığımda onu göremedim! Ormana salınan sarı iş makineleri, bitkileri yerinden sökmüştü. Meşe ağaçlarıyla birlikte  makilik alan yerle bir edilmişti. Paletli iş makineleri meşeleri, böğürtlenleri, kestane ağaçlarını, muşmulaları, kocayemişleri (dağ çileği), kuşburunlarını kökünden söküp atmış, toprağı alt üst etmişti!  

Yere serilen fidanın birkaç adım ilerisinde sigara yudumlayan müteahhit ve adamları para sayıyordu. Paranın kirli kokusuydu tüm ormanı kökünden söken, doğayı zehirleyen. Fidanın feryadını duyamayacak kadar doğaya yabancılaşmışlardı. Çıkardıkları ses insanlara ait değildi. Parayla soluk alıp veriyorlardı. Günde üç öğün değildi yedikleri. Yedi gün yirmi dört saat  paraydı öğünleri. Geyik, kaplumbağa, tavşan, tilki, çakal, güvercin, kırlangıç kanıyla lekelenmişti  para.  Kirli para kokuyordu ağızları. Koca bir ülke, hiçbir deterjanla temizlenemeyecek kirli para tutkusuna kurban ediliyordu.

Küçük fidanın ince gövdesine, sararmaya başlayan yapraklarına, kurumaya yüz tutmuş köküne son bir kez  dokunuyorum. Ona kıyanların asla affedilemeyeceği bir ülke özlemiyle yola devam ediyorum:

 

 "O üzüntü birden gelir

Yağmurlu havalarda

Yeniden kurarım dünyayı ben

Kederlerle

Kimseler âşık değil mi bu şehirde"

  

(Körfez, 8 Aralık 2018)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault