Ahmet Gül
Ahmet Gül

Tatilde aklıma ilk gelen doğa oluyor. Büyük kentlerde sessizliği özlüyorum. Sarı kamyonlar, görgüsüz yapılar, magandalar, çekirge sürüsünü andıran otomobiller, sokak düğünleri, düğün konvoyları, sıra kapmak için sıkılı yumruklarla saldırı konumunda bekleyen kural tanımazların, betonun ve teknolojinin olmadığı “ilkel” bir yaşama özlem duyuyorum. Böyle bir dünya zor olsa da magandalaşan kentlerden uzaklaşmak için kısa süreli tatiller, büyük fırsat.

Kentlerimiz görgüsüz değnekçilerin, magandaların insafına terk edilmiş durumda. Sanatı kirletmek için sümküren magandalar, kentleri de kendilerine benzettiler. Kentlerimiz de onlarla birlikte sümkürmekte, zincir sallamakta, bağırıp çağırmaktadır. Kentler insanlara benzer, insanlar da kentlere… İnsanlar kentleri, kentler de insanları dönüştürür. Mafyalaşan sistem toplumsal dokumuza magandalığı “armağan etmek”le yetinmemiş,  maganda kentler yaratarak dünya mimarisine yeni bir tarzla “katkı” sunmuştur. 21. yüzyıl, kentlerimizin magandalaştırılma çağı olmuştur. Sokakta oynayan çocuklara, engellilere, yaşlılara  “posta koyan” maganda kentler, mimarlık biliminin yeni bir alanı olmaktadır.

Maganda kentlerden kurtulmak için kırsal alanlara koşuyoruz. Tek katlı binaları daha çok seviyor, görece ilkel koşullarda yaşamayı tercih ediyoruz. Bu eğilim, köylerde kontrolsüz yapılaşmaya yol açma tehlikesini beraberinde getirse de bugün için ciddi bir sorun yaratmadığı görülüyor.

6 Temmuz’da Pülümür Kırmızıköprü’ye geldik. Cebimizdeki son kuruşları maganda kentlerde harcamıştık. Bababank, hafta sonları dâhil, sürekli hizmet veriyor. Ne de olsa baba harçlığında yaş sınırı yok! Kırmızıköprü’de para harcanacak sınırlı sayıda yer var.  Ezel Kafe, Akkılıç Kahvehanasi ve Dilek Marketten başka bir dinlenme/alışveriş yeri bulunmuyor.

Dilek Marketi Ümit Bayram, Ezel Kafe ve Akkılıç Kahvehanesini Kemal Doğan işletiyor. Kahvehanenin  güler yüzlü çalışanı Çağdaş Topçu, gurbetçileri sıcak biçimde karşılıyor.  Dilek Markette ihtiyaç duyabileceğiniz hemen her şeyi bulabilirsiniz. Market,  “beyaz bayrak”la ödüllendirilecek kadar temiz ve düzenli. Marketten bir paket bisküvi aldığınızda Ümit’e ücretini ancak  “silah zoru”yla verebilirsiniz. Ezel Kafe kaliteli hizmet sunulan, yoldan geçenlerin gönül rahatlığıyla yemek yiyebilecekleri tertemiz bir mekân. Akkılıç Kıraathanesi, çevre köylerden gelen köylülerin ve tatilcilerin uğrak yeri. Salördek, Çatalyaka, Mezra, Uzunevler, Gökçekonak, Akdik, Kaymaztepe, Kovuklu, Kocatepe, Dağbek köylerinden Kırmızıköprü’ye gelenler kahvehane bahçesinde soluklanıyor. Kocatepe ve Dağbek gibi uzak köylerde yaşayanlarsa zorunlu hâllerde kahvehaneye uğruyor.

Oyun masaları kıpır kıpır!

Çatalyaka köyü
Çatalyaka köyü

Sabah yürüyüşlerimize Ezel Kafenin önünden geçerek başlıyoruz. Saat tamı tamına 06.00. Kardeşlerim Fatoş ve Çağla’yla birlikte Salördek köprüsünü geçtikten sonra köy yoluna düşüyoruz. Salördek yolu eskiden topraktı, yağmurda çamur olurdu. Salördek-Çatalyaka yoluna kum/çakıl dökülmüş, yağışlı günlerde ulaşım aksamıyor. Bunda İl Genel Meclisi Üyesi Hüseyin Arslan’ın katkısı olduğu kabul ediliyor.  Kum ve çakıl kaplı yol yapımı, Çatalyaka’da Karagöz ailesinin taş yapılı o muhteşem evine kadar tamamlanmış. Yolun geriye kalan bölümü toprak. Toprak yolda yürümek aslında daha kolay.

 Sabah serin olduğu için yanımıza montlarımızı da alıyoruz. Kırmızıköprü-Salördek arası, mezarlığa kadar, yaklaşık 2 km. Salördek yolunun ilk birkaç yüz metrelik bölümünü gölgede, geriye kalan kısmını ise güneşte tamamlıyor ve kavak-meşe ormanına karışıyoruz. Salördek’te havlayan üç köpek, belli ki can sıkıntısından bize eşlik ediyor. Üç köpekle birlikte yürüyüşçülerin sayısı altıya çıkıyor. Çoğalıyoruz! Köpekler, kendilerine dokunmamıza izin veriyorlar! Köy mezarlığından geçerken insan ister istemez duygulanıyor. Mezarlıkta ilk göze çarpan  30 Ocak 2011 tarihinde kaybettiğimiz sevgili ağabeyimiz Kamer Dikme (Kılay)’nin mezarı oluyor. Konukseverliğiyle tanınan Kılay’la, hasta yatağındaki son telefon görüşmemiz geliyor aklıma.

Hızım kesiliyor.

Mezarlık yemyeşil. Bu yıl uzun süren yağışlar doğaya hayat vermiş. Çiçekler ve otlar ilkbaharı aratmıyor. Yol kıyısındaki meşe ve kavak fidanlarında bir hareketlilik dikkat çekiyor. Susup bekliyoruz. Gri bir tavşan sıçrayarak ormanın derinliklerinde kayboluyor. Fotoğraf makinelerimizi kullanacak vakit bulamıyoruz. Bir süre uzaklaşan tavşanı izliyoruz. Kavak ve meşe ağaçlarının arasından Çatalyaka’ya doğru ilerliyoruz. Çatalyaka yolunda sıçrayan ikinci tavşan, günün sürprizi oluyor. Bugün şanslı günümüzdeyiz.  Çatalyaka’nın girişinde,  nisan ayında dokunduğum çınarı yeniden ziyaret ediyor, yayvan yapraklarından öpüyorum! Çınar biraz daha boy vermiş. Nisanda gürül gürül akan dere kurumuş. Dere yeniden gürlemek için kar ve yağmur sularının yolunu gözlüyor.

Dereyle önümüzdeki ilkbaharda görüşmek üzere vedalaşıyoruz.  

Çatalyaka'da bir yıkıntı
Çatalyaka'da bir yıkıntı

Çatalyaka Köyü İlkokulunda Hüzün

Çatalyaka’nın girişindeki Vılemezar’da, Geyik ailelerinin üç güzel evi bulunuyor. Su deposunun az ilerisinde, ilkokul binasının yıkıntıları arasında çocuk çığlıklarını arıyorum. Kayıp çığlıklar… Bir zamanlar beyaz yakalı, siyah önlüklü çocukların sevinç çığlıklarının yankılandığı okul. Öğretmen Lisesi ya da Eğitim Enstitüsünü bitirir bitirmez, elde bavul, Çatalyaka Köyü İlkokuluna koşan idealist öğretmenlerden geriye hüzün kalmış. Okul sıraları, yazı tahtası, yön levhası, tarih şeridi, haritalar, İlkokul Programı ve kitaplara ait hiçbir kalıntıya rastlayamıyor insan.  Çatalyaka İlkokulu, börtü böceğin yuvalandığı taş yığınına dönüşmüş.  Ayakta kalmayı başarmış duvarlar, yıkıntılardan yükselen bitkilerin arasında görünmez olmuş. Doğa, ilkokulu bile affetmemiş, meşe ve kavaklar, yıllar önce çocukların  oyun oynadıkları bahçeyi, okuma yazma öğrendikleri dersliklere el koymuş.

Çatalyaka’da, Karagöz ailesinin taş yapılı binasının yakınından geçerken evin alt kat kapısının önünde çalışan bir köylü dikkatimizi çekiyor. Köylüyle buluşmayı dönüşe erteliyoruz. Toprak yolda yürümek keyif verici. Ayı başta olmak üzere, yörede yaşayan bazı canlıların ayak izlerine rastlayabilirsiniz. Kıvrılarak ormana akan yılanlar, ürkek tavşanlar, cesur kurtlar toprakta iz bırakmayı alışkanlık hâline getirmiş. Masmavi gökyüzüne bakıyor ve yürekten bir dilek diliyoruz:

Avcıların tüfeği hep tutukluk yapsın!

Kavak ormanı, Çatalyaka’nın en güzel doğal zenginliklerinden.  Boy boy kavaklardan sert kışa ve kara boyun eğip kuruyanların sayısı oldukça az. Kavaklarda, yıllar önce kazınmış, genç âşıklara ait izleri arıyor gözlerim. Sevgisini kavağın gövdesine kazıyan gençler artık orta yaş kuşağında. Onların çocukları sevgisini kavağa işleyemeden büyüyecek, ne yazık! Kavaklarla yürümek, kavak yapraklarını okşayan havayı solumak, kavak ormanından yükselen arı uğultusuna kulak vermek, çiçeklerle özdeşlemiş kelebeklerle uçmak en umutsuz insanın bile ömrünü uzatıyor. Sizin anlayacağınız, doğa, yaşam kalitesine ve süresine karşılıksız kredi açıyor.

Sakın kaçırmayın!

Çatalyaka’daki Yıkıntılar 

Çatalyaka Kırmızköprü’ye 5 km mesafede. Çatalyaka (Denzeg)’da, yol kenarında Ali Doğan’ın yer yer göbek vermiş çatılı evi dışında, ayakta kalmayı başarmış bir ev yok. Çeşme kurumuş, köyde bir damla su yok! Köyün çevresindeki ceviz ağaçlarının bir kısmının dalları kurumuş olsa da yeni fidanlar mutluluk saçıyor. Ayılarla bölüştüğümüz elmalar kayısı büyüklüğünde. İnce dallara uzanıp birer ikişer tane alıyoruz. Köy meydanında ayıların dolaştığına ilişkin çok sayıda kalıntıyla karşılaşıyoruz. Çocukluğumda misafir olduğum bir evin yıkıntılarından elma ve ceviz fidanları yükseliyor. Çok değerli büyüğümüz Kamer Düzgün’ün evinde misafir olarak kaldığımızda, yanımızda,  halamız Hanım Erginoğlu’nun eşi Hüseyin Erginoğlu da vardı. Pülümür Lisesinden ev arkadaşım Mustafa Düzgün’ün doğup büyüdüğü evin yıkıntıları, diğer yıkıntılarla birlikte, hepimizi üzüyor. Köyde arkadaşlarım Haydar Gül ve Haydar Doğan’ın evleri de diğerleri gibi zamana yenik düşmüş.

Bir insanın doğup büyüdüğü evi terk etmesi ya da  evin zamana yenik düşerek yıkılması, travma nedenidir. Yıkıntılar arasında kalan çocukluğunuzdur. Annenizin ve babanızın gençliği, babanızın ilkokul diploması, perşembe akşamları çalınan üç telli saz,  kardeşlerinizin gülücüğü, bebekliğiniz ve çocukluğunuz, ilkokul defteriniz, karneniz, iki örgülü saçıyla ortaokula giden ablanız, ağabeyinizin askerlik anıları, anneannenizin masalları, dedenizin ustalığı, sofranızdaki olağanüstü tatlar, duvarlarda asılı olan heybetli amcalarınızın fotoğrafları, kısacası, bir insanı var eden ve yaşama bağlayan hemen her şey yıkıntıların altında kaybolmuştur.    Annenize sarıldığınız, babanızın cebinden çıkarıp verdiği şekerle mutlu olduğunuz,  okula ilk uğurlandığınız, okul dönüşü minik kardeşinizi öptüğünüz, kurşun kalemle ilk çizik attığınız, ödevlerinizi yaptığınız, kendinizi güven içinde hissettiğiniz, ablanızın gelinlikle ayrıldığı, ağabeyinizin geline elma attığı, büyüklerinizi mezarlığa yolcu ettiğiniz o sıcak evin yıkıntılarında ne kadar gözyaşı dökseniz de azdır. Gözyaşlarınız yıkıntıların altındaki çocukluğunuzu geri getirmeyecek, ama  biraz olsun rahatlayacağınızdan emin olabilirsiniz.

Yıkıntılardaki bazı ev eşyaları bir döneme tanıklık ediyor. Mavi leğene bakıyoruz, kim bilir hangi bebek bu leğende yıkanmıştır? Çatalyaka İlkokuluna giden öğrencilerin beyaz yakalıkları ya da siyah önlüklerinin yıkandığı leğen olabilir mi? O tarihlerde çamaşır makinesi olmadığı için bütün çamaşırlar elde yıkanırdı. Hangi annenin elleri o leğene dokundu? Leğeni kullanan anne yaşıyor mu? O leğende  “Hacı Şakir” ya da “Gül Sabunu”yla yıkanan bebek şimdi  kaç yaşında? Leğen evde niçin unutuldu? Mavi leğeni, üzerindeki ağır toprağa direnen ahşap bir kapının yanında bırakıp dolaşmaya devam ediyoruz. Yıkıntılardaki sandalye, kap kacak, çaydanlık, paslanmış çatal kaşık,  koltuk, kırılmış masa vb. nesneler zamana direniyor.

Arkadaşım Haydar Gül’ün, arı kovanlarını ayılardan korumak için yaptığı yüksek iskele bomboş.  Haydar, bu yıl arılarını Karagöz ailesinin evinin bahçesine taşımış. Arılarını korumak için son yıllarda yaygınlaşan bir  yönteme başvurmuş. Ayılara zarar vermek istemediği için ‘elektrikli tel’den çit yaptırmış. Güneş enerjisiyle çalışan tel düşük gerilimle çalışıyor. Tele dokunan canlılar, yaşamlarını tehdit etmeyen düşük gerilimden dolayı arı kovanlarına yaklaşamıyor.

Karıncaların Örnek Aldığı Çalışkan Bir Köylü: Ahmet Gül 

Yaşı 90  (87)’a dayanmış bir  büyüğümüzü, Ahmet Gül’ü,  iş başında gördüğümüz için çok mutlu oluyoruz. Çatalyaka’nın çalışkan köylülerinden Ahmet Gül’e, önüne koyduğu arı kovanlarının bakımını yaparken rastlıyoruz.  Bal çerçevelerini temizleyen Ahmet amcayı yıllar sonra görmek, sevindirici. Çalışkanlığına kimsenin itiraz edemeyeceği bir insan. Ona karınca gibi çalışan insan demek, çalışkanlığını tanımlamaya yetmez. Ahmet amca, karıncaların örnek aldığı insandır. Karıncalar, onun gibi çalışır! Ahmet amca, bitip tükenmek bilmeyen enerjisiyle karıncaları bile kıskandırmaktadır. İlerleyen yaşına karşın köy mezarlığını kaplayan otları temizlerken temmuz sıcağına meydan okumuştur. Onun en büyük üzüntüsü,  köye su getirememesidir. Çatalyaka köylüleri, köylerine elektrik ve su verilmesi için yetkililerden duyarlılık beklemektedir.   Ahmet amcayla sohbet ederken oğlu Haydar, eşi ve Musa Demirtaş da yanımıza geliyor. Beğendik köyündeki arıları için, Kırmızıköprü’den  motosikletiyle yola düşen Musa Demirtaş, Ahmet amcalarda mola vermiş. Haydar, annesi ve babasıyla birlikte bizi çaya davet ediyor. O davette, çocukluğumuzda kaldığını düşündüğümüz içtenlik ve dostluğun izlerini keşfediyoruz. Bütün yorgunluğumuzu orada bırakıyoruz.

Çatalyaka’daki sıcak karşılamanın ardından yeniden yola düşüyoruz. Çatalyaka İlkokulunun yıkıntılarını, Vılemezar’ı, kar sularıyla beslenen dereyi, Salördek köyü mezarlığını, Aslan, Doğan, Düzgün ve Topçu ailelerinin evlerini, Şilavend çeşmesini geride bırakıyoruz. Masmavi gökyüzüne ulaşma çabasındaki kavakların arasından Kırmızıköprü’ye iniyoruz. Çalışkan ve üretken insanların ter döktüğü toprak kokusunu içimize çekiyoruz. Çiçeklere konan arılar ve kelebekler, tarlalardan yükselen çapa sesleri, ineklerini sağan kadınlar, torunlarına masal anlatan anneanne ve babaanneler, bebeklerini emziren anneler, sac üzerinde ekmek pişiren kadınlar, komşularının ağır yüküne omuz veren köylüler, doksan yaşında fidan diken yaşlılar köhnemiş sistemi sarsıyor ve Türkiye’nin aydınlık geleceğini müjdeliyor.

Pülümür köylüleri, ellerinde meşaleler,  karanlığın üzerine yürüyor ve Türkiye’yi aydınlatan umut oluyor…

 (Pülümür/Kırmızıköprü, 9 Temmuz 2018)

Salördek köyü
Salördek köyü

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault