Tuncelililer Turizm
Tuncelililer Turizm

İstanbul, Bursa, Kocaeli vb. sanayi kentlerinde en güzel mevsim  acaba hangisi? Ansiklopedileri boş yere karıştırıyorum, cevap yok!  Yirmi yıllık Coğrafya  öğretmeni bir arkadaşım aklıma geliyor. Mesleğinde çeşitli başarılara imza atan arkadaşım İlkyaz Bilgili’yle,  ‘Sonbahar Kafe/Nuri’nin Yeri’nde  buluşuyoruz. ‘Nuri’nin Yeri’nde, hemen her mevsim sonbahardır. İlkokulda öğrendiğimiz ilkbahar-yaz-sonbahar-kış bilgisi, bu kafede dayanaksız kalıyor.

 

Kafenin hemen yer yerinde sonbaharın izlerine rastlanıyor. Duvardaki fotoğraf ve resimler, masa örtüleri, döşemeler, panolarda sergilenen şiir ve metinlerde sadece sonbahar var.  Kurutulmuş sarıçiçekler ve  sarı, turuncu, kızıl yaprakların özenle yerleştirildiği vazo,  sonbahar imgeleriyle  işlenmiş.   Kafede düşük desibelde yayın yapan radyodan sonbahar ezgileri yayılıyor. Bir ara, öğrencilik yıllarında dinlediğim bir bahar şarkısı da karışıyor bu güz kafesine:

 

Ben Her Bahar Âşık Olurum

Damarlarımda yine aşk var

Gözlerim yine manalı

Başladı güneşli yağmurlar

Islandı umudumun saçları

Kırılan dallar gibiyim

Ben her bahar dirilirim

Gizli bir kaynaktır içim

Kendime bir yol bulurum

 

Kafe sahibi Nuri Solgunyaprak’a göre varsa da yoksa da sonbahar!  Kafenin kapısı, sonbahar dışındaki tüm mevsimlere kapalı. Kapıdaki bir uyarı levhası da bu yönde:

 “İlkbahar, yaz ve kış mevsimleri giremez!”

 

İlkyaz,  mevsimlerin de, insanlar gibi,  depresyon geçirdiğini söylüyor. Gökdelenler, kirlilik, yeşil alanların yok edilmesi, toprak kaybı vb. etkenler mevsimsel döngülerde sorunlara yol açıyor. İlkyaz, sanayi kentlerinin en iyi mevsiminin henüz keşfedilmediğini, bütün mevsimlerin sorunlu olduğunu, mevsimsel ‘tat’ların  kırsal alanlara özgü olduğunu düşünüyor.  Kafede sonbahar tatlarından biri olarak kabul edilen kuşburnu içiyoruz.  Arkadaşım, sanayi kentinde geçirdiğim buhrandan kurtulmam için memlekete gitmemin yararlı olacağını düşünüyor. Havaalanında çorap kontrolü vb. sinir bozucu uygulamalardan dolayı otobüsle yolculuk yapmamı öneriyor. Cebinden çıkardığı sürpriz bileti bana uzatıyor! Bilette şu bilgiler yer alıyor:

Gideceği Yer: İstanbul-Pülümür

Tarih: 05.07.2018

Hareket Saati: 12.00

Koltuk No: 05

Ücret: 140,00 TL

 

Tuncelililerle Tunceli Yolunda

Arkadaşıma teşekkür ediyor, bir hafta sonra yapacağım yolculuğu sabırsızlıkla bekliyorum. Hazırlıklarımı tamamlıyor ve kardeşimle birlikte yola çıkıyorum.  Tuncelililer Tur’la  Tunceli yoluna düşüyoruz. Araçta boş yer yok.  Memlekete duyulan ilginin artması, hepimizi mutlu ediyor.

Tuncelililer, zor zamanlarda kahrımızı çekmiştir. Pülümür Lisesinde okurken bir gün bile bizi yolda bırakmamıştır. Uzun yol otobüsü olmasına karşın Tunceli-Pülümür arasında araç bekleyen bütün köylüler, mesafeye bakılmaksızın,  araca alınmıştır. Kırmızıköprü-Pülümür, Uzuntarla-Kırmızıköprü, Kırmızıköprü-Pülümür-Erzincan, Erzincan-Pülümür, Erzincan-Kırmızıköprü  yönlerine giden yolcular, yer olmasa bile, bir şekilde araca kabul edilmişlerdir. Yıllar sonra Tuncelililerle memleket yoluna düşmek, benim için keyif  verici olmuştur. Bu yolculuk aynı zamanda  hüzün vericidir. Geçmişin keyifli yolculuklarında size eşlik eden sevdiğiniz insanların bugün aranızda olmaması, üzüntü vericidir.

 

1985 yılında, anneannemle Erzincan’dan Kırmızıköprü’ye dönüyorduk. Erzincan’dan saat 16.00’da hareket eden Tuncelililere bindik. Hareket saatine birkaç dakika vardı. Gazete almak  için Erzincan Otogarında, bakır işlemeli kapların da satıldığı bayiye koştum ve  Cumhuriyet gazetesi aldım. O arada sanırım para üstü vb. nedenlerden dolayı geciktim. Döndüğümde otobüsü yerinde bulamadım! Otobüs hareket etmişti. Jetonlu telefondan Kırmızıköprü PTT’sini aradım ve anneannemi karşılaması için babama bilgi verilmesini istedim. Postanede Mehmet Bey (Malatyalı)  çalışıyordu. Mehmet Bey, babama haber vermiş, anneannem karşılanmıştı. Anneannemi o şekilde yolcu etmek, beni çok üzmüştü.

Anneannem, davranışımın dikkatsizlikten kaynaklanmadığını düşünüyordu. Ona göre gazeteyi bahane edip kasten gecikmiştim! 

 

Acılarla Uzayan Yollar

Uzun yol insanda farklı duygulara yol açar. Yolculuğa çıkma nedeni, yaş, sağlık, iklim, araç kalitesi, süre vb. etkenler yolcuların duygu ve düşüncelerinde belirleyici olur. Sözgelimi sevgiliye kavuşmak için çıkılan bütün yollar kısadır.  Sevilen bir insanın kaybı, en kısa yolu bile uzatmakta, trafik levhalarındaki kilometrelere yeni sayılar eklemektedir. Antalya’da paketlenen hormonlu sebzelerin İstanbul yolunda büyümelerine benzer bir duruma benzetilebilir.  Aracın taşıdığı yük giderek ağırlaşmaktadır. Acılar, yolu uzatmakla yetinmiyor, yolcunun göğsünü sıkıştırıyor. Bir can arkadaşımın zamansız kaybında koyulduğum yolda, tüm zamanların en kahredici yolculuğunu geçirmiştim. Aracın sağından ve solundan kayıp giden ormanlar, bozkır ve köyler göz çukurlarından süzülüp gelen damlaları besler. Gördüğünüz her evin, yaprakları savrulan her ağacın, bozkırda okşanan her çiçeğin mutlaka bir öyküsü vardır. Buğulu gözlerle seyrettiğiniz harman yerinde, akıp giden yıllar, çekilen acılar, büyük aşklar, yokluk  ve zorluklar havaya savrulmaktadır.

  

Kocaeli’de bindiğim için, genç yardımcı kaptan koltuğa oturur oturmaz yanıma geliyor ve bir isteğimin olup olmadığını soruyor. Kendisine teşekkür ediyorum.

Yanıma tiryakisi olduğum Rus klasiklerinden birkaçını  alıyorum. Dostoyevski, Gonçarov, Şolohov ve Gorki’nin, 90’lı yıllarda okuduğum eserlerini tekrar okuyorum. Bu büyük yazarlar hiç yaşlanmıyor! Yolda “Çocukluğum”u bitirmeyi düşünsem de yorgunluk, sohbet vb. nedenlerden dolayı bu kez vazgeçiyorum. Kocaeli, Sapanca ve Sakarya geride kalıyor. Otobüsümüz saat 17.00’de Düzce yakınlarında yarım saatlik mola veriyor.

 

Köpek Öldüren Çay

Düzce’de verilen molada sizi ilk karşılayan, tepside çay servisi yapan garsonlar oluyor. Metal tepsilerde taşınan çaylar, serbest piyasanın öfkesini kusuyor. Dostluk, kardeşlik, arkadaşlık ve aşkın vazgeçilmezi çay, ‘dinlenme tesisi’nde  bir saldırı aracına dönüştürülüyor. Rizeli kadınların narin ve temiz ellerinden sofralara taşınan çay, ‘tesis’te yeniden işleniyor. Bu işlemle çay kirleniyor, daha doğrusu kirletiliyor.  Çay, böylece, bütün masumiyetini kaybediyor. Tesise adım attığınızda, çay, bir tür  ‘hoş geldiniz’ yumruğu olarak yüzünüzde patlıyor! Elde çay, yolculara ‘posta’ koyanlardan kurtulmak çok zor. Masaya oturup çevreyi gözlemleyerek kurtulabileceğinizi düşünüyorsanız, yanılmanız için birkaç saniye bile yeterli. Çayı, tepsiyle birlikte, gözlerinizin içine sokmak için size meydan okuyan asgari ücretli işçiye direnemezsiniz!

 

“Çay!  Yok mu çay isteyen, çay!”

 

Çay satıcısının görgü kurallarına uymayan bu komutuyla, “Çocuklar Duymasın” dizisinin kısa boylu çaycısı Hüseyin efendiliğiyle gözünüzde büyüyor. “Çay!”, aslında bir emir cümlesidir. Kıyısına iliştiğiniz sandalyenin ‘hakkı’nı ödemeniz için yapılmış ‘nazik’ bir uyarıdır. Tesis,  henüz sandalyeye dokunmadan, dokunma olasılığına karşı peşin tahsilata girişiyor. Yaylana yaylana, sallana sallana devindirilen çaylar taşıyor. Taşan çaylar, tabak ve tepsiye eşit olarak paylaştırılıyor. Genelde tabak kenarındaki şekerler ıslanmış oluyor. 2 TL’yi peşin verip çayı yudumlayanların ilk başvuru aracı, ıslak mendil oluyor. Tabakta biriken çayda yüzen bardaktan kıyafetlere damlayan çayın, leke bırakmaması için,  vaktinde temizlenmesi gerekir. Çay, Düzce’de 2, Osmancık’ta ise 2,5 TL’den işlem görüyor!  

 

Düzce’de yolcuları âdeta tokatlayarak satılan çaylardan, sandalye bedeli için, içmeye karar veriyoruz. Çaycıya bakmamız yeterli oluyor:

 

“Hemen geliyor, çay!”

 

Para peşin! Bardağı elimize almadan kâğıt 5 TL’yi uzatıyoruz. Bardakta ilk göze çarpan, parmak izleri oluyor. Farklı yaşlarda olduğu anlaşılan insanlara ait parmak izlerinden, bardakların ya hiç yıkanmadığı ya da öylesine yıkandığı görülüyor. Kirli bardağı elimize alınca bir iz de biz bırakıyoruz.

 

“Ajda bardağına bir parmak izi de Pülümürlülerden!  Güçlü bir alkış!”

 

Çaycılar ellerimizi yıkamaya fırsat tanımadan bize çay ‘ikram’ ettikleri için bardaklardaki parmak izi çeşitliliği artıyor. Parmak izleri suçlu kovalayan polislerin işini iyice kolaylaştırıyor. Dinlenme tesislerinde kurulabilecek küçük bir parmak izi bürosunda, kimseye hissettirilmeden, şüpheliler rahatlıkla saptanabilir.  Polisin, suçluların peşinde ömür tüketmesi de  böylece önlenmiş olur. Çaya şeker atmadığımız için karıştırmıyoruz, ama çay bulanık! Çayı bulandıran nesneyi tanımaya çalışsak da, sonuç alamıyoruz. Bardakta, parmak izlerine rahmet okutacak başka bir iz daha dikkatimizi çekiyor. Bu renkli izi bırakan kişinin cinsiyetini, parmak izi bürosuna gerek duymadan, hemen saptıyoruz:

 

Kadın!

 

Evet, bu iz bir kadına ait! Canlı renk seçimi ve estetik de bunu doğruluyor. Çaycı, genç bir kadının bardakta bıraktığı  ruj lekesine kıyamamış. Köpek öldüren çayı masada bırakıp araçtaki yerimize geçiyoruz.

 

Osmancık’ta Kaybedilen Dişler

Her ‘dinlenme’ tesisi insanı yormaktadır. Dinlenme tesislerinde, yolcuları yormak için her tür ayrıntı düşünülmüştür. Tertemiz bir çevrede kurulan tesisler pislik saçmaktadır. Tesislere istem dışı bırakılan yolcular, kalitesiz ve pahalı yemeklere mahkûm edilmektedir. Bu tesislerin düzgün biçimde çalışmasını sağlamak amacıyla somut bir önlem alınmamaktadır. Yol kenarında faaliyet gösteren dinlenme tesisleri, gürültü ve görüntü kirliliğinin mekânları olarak  ‘göz doldurmakta’dır.

Osmancık’ta en dikkat çekici olay, yaşlı bir kadının kaybettiği dişler oldu. Yaşlı kadının midesi bulanmış ve olanlar olmuştur. Kusan kadın dişlerinin  poşete  düştüğünü sonradan fark etmiş. Araçtaki bazı yolcular, ‘poşet’teki dişleri bulmak amacıyla seferber oldular. Poşet tesisin çöp konteynırına atılmış, ama bir türlü bulunamamıştı. Dinlenme tesisinin önündeki konteynırlarda diş taraması yapan yolcular, kendilerini bekleyen otobüse üzücü haberle döndüler. Dişler bulunamamıştı! Bu arada, Refahiyeli  yolcu dişle ilgili bir anısını anlattı. Yıllar önce köyünde ölen yaşlı bir adamın dişleri evde unutulduğu için gömülememiş. Bir köylü de dişlerini kaybetmiş. Ölen adamın dişlerini köylüye vermişler. Köylü çok memnun olmuş ve ölen adamın dişlerini kullanmaya başlamış.

 

Yıllardır Değişmeyen ‘İstikamet’!

Osmancık, en azından bir süredir duymadığım o ilgi çekici anonsla karşıladı bizi. Anonsu yapan kişinin sesi, burnu mandalla sıkıştırılmış insanların çığlıklarına benzer nitelikte. Sunucu burnundan konuşuyor. Sunucunun ağır  grip vb. rahatsızlık geçirmiş olması da güçlü olasılık:

“İstanbul istikametinden gelip Erzincan, Tunceli,  Ovacık istikametine giden Tuncelililer Turizmin sayın yolcuları, Osmancık …. Tesislerine hoş geldiniz…”

 

İfadeler böyle, ama sunucunun vurguları ve kullanılan ses sistemi 1970’li yıllardakinden farksız. Sunucu, Levent Kırca’nın çok başarılı ‘sarhoş’ tiplemesini yeniden yaratıyor. Ses sistemlerinin kurulumunda, görevliler önce  mikrofona ‘hoh’lar:

 

Ho ho ho.., Hı hı hı…

 

Bu  ‘hoh!lar, soba tutuşturmak için harcanan ‘nefes’i çağrıştırmaktadır. Tarlasını süren çiftçinin öküze ‘omuz’ vermek için dilinden dökülen ifadelere de benzetilebilir.

 

S s s    ses ses ses kontrol…   1, 2, 3 ses kontrol… Alo, ses ses kontrol…

 

Ses sistemlerini yönetenlerin her etkinlik öncesi yaptıkları bu ‘prova’, yol kenarlarında boy gösteren tesislerde alışkanlığa dönüşmüştür. ‘Prova’, tesislerin gerçeğidir ve ebediyete kadar devam edeceği tahmin edilmektedir.

 

Açık ve anlaşılır bir dil kullanmak, ‘racon’a aykırıdır. Sunucu, genelde kasaya yakın bir yerden, anlaşılması mümkün olmayan bir dille topluluğa seslenmektedir. Birkaç kadeh yudumlamış insan gibi ağır ağır konuşmak, ardından ölçüyü kaçıracak biçimde sesi yükseltmek gerekir. Sunucunun   kime, ne söylediğini  anlamak için özel çaba harcamak ya da birkaç kişiden destek almak bir zorunluluk. Sunucuların, konuşmanın anlaşılmaması için gösterdiği çaba takdir vericidir. Onlar için anlaşılmamak,  en büyük ödüldür. Sunuculuğun başarı ölçütü, anlaşılmamaktır. Uyarıcı olan, hoparlörlerden tesise yayılan sesin kendisidir. Sunucunun kızgınlığı sizin arabaya geç kaldığınızı gösterir. Dinlenme tesisi, sunucunun eline tutuşturulan mikrofonla yolcuları bir anlamda ‘terbiye’ etmektedir. Arızalı dillerden tesise dalga dalga yayılan o boğucu ses, tesislerin ‘muhafazakâr’lıkta ısrarın habercisidir.

    

Dinlenme tesislerinde ‘muhafazakâr’lıkla çelişen teknolojik atılımlar da göze çarpıyor. Saat 01.35’te indiğimiz Reşadiye   ….. Tesislerinde üç adet telefon şarj kabini dikkatimizi çekiyor. ‘Acil şarj istasyonları’ ‘her marka telefonla uyumlu’! ‘Kabin’e 1 TL atan, telefonunu şarj edebiliyor.

 

Sigaranın Dumanıyla Boğulmak

Türkiye içiyor hem de çok içiyor! Toplum sigara tiryakisi yapıldı. Hava almak için indiğiniz tesis, aslında zehirlendiğiniz tesistir. Araçtan adımını atanların elinde yakılmayı bekleyen sigaralar, yarım saatlik dinlenme süresini duman altında  tamamlayacağınızı haber vermektedir. Otobüsten ‘hava almak’ için inenler sigara dumanıyla boğulmaktadır.  Dumandan kaçış yok! Yolda toplam iki saati bulan dinlenme süresinde içime her marka sigaranın dumanını çektiğimi söyleyebilirim. Türk filminden gözünü ayırmayan, paralı tuvaletin yüzü gülmeyen görevlisinin kolonya ve peçete ‘ikramı’nı yaparken içine çektiği sigara dumanından nasibini alan şanslıların olduğunu belirtmeliyim.  

 

Gözlüğüme Göz Koyan Şişman Adam

Yalnız başıma seyahat ederken çok şişman biriyle yan yana oturmak benim için kâbustur. Koltuğuna sığmayan şişman yolcu, koltuğunuzun bir kısmına ‘zor’la el koymaktadır. Pencere kenarına oturduğunuzda, pencereyle etten duvar arasında sıkışmış hâlde kalmak, uzun yolculuklarda katlanması zor bir durumdur. İki koltuğa sığabilecek bir bedenle koltuğunuzu paylaşmanız insani olmakla birlikte keyif verici değildir.

 

Bu yolculukta böyle bir sorunum olmadı, ancak araçtaki şişman bir yolcu yapacağını yaptı.  Olgunlaşmış armut görünümündeki yolcuda huzursuz bacak sendromu mu vardı, yoksa başka bir rahatsızlık mı, bilemiyorum. Adam koltuğunda oturmak yerine koridorda gezmeyi tercih ediyor. Arka koltuklarda oturan kişi otobüs koridorunda ‘volta’ atarken ufak çaplı zarar ziyana da yol açıyor.  Koridorda ilerlerken ne kadar dikkat etse de sağına soluna çarpmak zorunda kalıyor ve çarptığı nesneleri süpürüyor. Gecenin ilerleyen bir saatinde yükselen bir kadın sesi, şişman yolcunun ‘toka vukuatı’nı haber veriyor. Arka koltukla hostes koltuğu arasında gidip gelen yolcu, uyku sırasında başı koridora doğru düşen kadının saç tokasına takılıyor. Koca göbeğinin ‘mahremiyeti’ni güçlükle koruyan gömlek düğmesine takılan toka, kadının saçını çeken bir silah oluveriyor. İş tatlıya bağlanıyor ve derin bir uykuya dalıyoruz. Sabaha doğru şişman adamın koca gövdesine takılan gözlüğümün peşine düşüyorum. Neyse ki gözlüğü zarar görmeden kurtarıyorum.

 

Erzincan’da ‘Dokunma Gönül Yarama’

Saat 05.15’te Erzincan’dayız. Kaptan, radyonun düğmesine dokunuyor. 1993 yılında yayın hayatına başlayan Radyo Dost’u yeniden dinlemek, mutluluk verici.. Dost Radyo’da 1993 yılında çalışan Aynur Galoğlu,  Kenan Pınar ve diğer çalışanları merak ediyorum. Hâlâ çalışıyorlar mı, bilemiyorum. Erzincan gençlik yıllarımın geçtiği en güzel kentlerden biri. Pülümür’de doğdum, çocukluğum Pülümür’de geçti,  ama Erzincan’da ‘büyüdüm’. Dostluk ve sevgi, candan arkadaşlık denilince aklıma ilk gelen kentlerden biridir Erzincan. Erzincan’da yıllar öncesinin aşk, dostluk, candan arkadaşlık ve  sevgi ikliminde buldum kendimi. Bugün insana hüzün veren anıları silip atmak mümkün değilmiş meğer.

 

Dost Radyo’dan otobüse yayılan ezgiyle geçmişe dönüyorum. İçimi burkan bu ezgiyle gözlerimi kapıyor ve Pülümür yoluna düşüyorum:   

 

Dokunma gönül yarama…

 

(Pülümür/Kırmızıköprü, 8 Temmuz 2018)

 

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault