Erzincan Başak Turizm
Erzincan Başak Turizm
Erzincan Otogarı
Erzincan Otogarı

 

Erzincan hayatımda özel  yeri olan bir kent. Babamın kimlik kartında doğum  yeri olarak Erzincan geçiyor.  Doğup büyüdüğüm Pülümür, 1936 yılına kadar Erzincan’a bağlıymış. Meslek hayatımın en mutlu, en coşkulu yıllarını bu kentte geçirdiğimi söylemeliyim. İçimi burkan, ezen,  bugün hatırladığımda bile beni hüzünlendiren anılarla ayrıldığım bir kenttir burası. Yetişkinliğe adım attığım güzel yıllar Erzincan havası soluduğum yıllardır. Erzincan Eğitim Yüksekokulundan mezun olduktan bir yıl sonra Erzincan Otlukbeli Boğazlı Köyü İlkokulunda göreve başlamak, benim için büyük sürpriz olmuştur.

Arkadaşım Zeki Yaman’la birlikte, Erzurum’da, “Öğretmenlik için Mecburi Yeterlik ve Yarışma Sınavı”na  girmiş, sonucunu merakla beklemeye başlamıştık. Kırmızıköprü PTT’sine, adıma,  Erzincan İl Millî Eğitim Müdürlüğünden çekilen bir telgraf, öğretmenlik yıllarımı müjdeliyordu:

“Çayırlı Bozlı (Boğazlı köyü yanlış yazılmıştı)Köyü İlkokuluna atandınız. 15 gün içinde göreve başlamanızı rica ederim. Turan Erkenekli/İl Millî Eğitim Müdür Yardımcısı.”

Torpilsiz bir atama!

Turan Erkenekli’nin, bir yakınımın arkadaşı olduğunu belirtmeliyim. Yakınımı arayıp tayinimle ilgilenmesini istemek, merkeze yakın bir okulda çalışmak vb. düşüncelerim yoktu. Bizim kuşağımız, bu tür ayrıcalıklar için herhangi bir talepte bulunmayı bile ayıp sayardı.  

Aklımızda kent merkezlerinde gösterişli okullarda çalışma fikri yoktu. O zaman Çayırlı’ya bağlı olan köyde göreve başlamadan önce Çayırlı Millî Eğitim Müdürlüğüne gitmiş, göreve başlamak için işlemlerimi yürütmüştüm. O tarihlerde, spor faaliyetleri de  ilçe millî eğitim müdürlüklerinin yetkisindeydi. İlçe Millî Eğitim Müdürü Kamil Yeğin, belgeleri imzaladıktan sonra Çayırlı Mal Müdürlüğüne giderek yolluğumu almıştım. 12 Aralık 1988’di.  Günlerden pazartesi…  Çayırlı’dan, Nazım Kahraman’ın işlettiği bakkaldan biraz alışveriş yapmış,   taksiyle Boğazlı köyü yoluna düşmüştük. Nazım Kahraman, Çayırlı’da tanıdığım ilk esnaf.. Saygılı ve kibar bir insan.  O soğuk aralık ayında aldığım tulum peynirinin tadını unutabilir miyim, asla! Nazım Kahraman’dan bir de çilek reçeli almıştım. Erzincan tulum peynirinin ‘tulum’a basıldığı yıllar. Katkısız, hilesiz peynir. Türkiye’nin plastikle yeterince tanışmadığı yıllar… O tarihe kadar bidonlara peynir basma düşüncesi kimsenin aklına gelmemiş.  

Taksici yolun kısa olduğunu söylese de uzadıkça  uzayan bir yol. Henüz 22 yaşındaydım. Evrak ve  alışveriş işinden sonra düşmüştük yola. O pazartesi günü köye vardığımızda hava kararmıştı. Çırılçıplak dağların arasındaki  köye adım attığımda saat 18.00 civarıydı.  Soğuk bir gün.  Aralık ayında kar olur, ama o sırada henüz pek kar yoktu. Karın tamamını, rüzgâr çukurlara doldurmuştu. Kış mevsiminde kara değil, toprağa basıyorduk.

Okul lojmanı iki odalıydı. Odanın birinde Fatin Rüştü Yıldırım oturuyordu. Fatin Öğretmen, benden önce göreve başlamıştı. Girişte, soldaki odayı bana gösterdi. Yatağı ve diğer eşyayı odaya koyar koymaz köylüler koluma girdi ve beni tek katlı toprak bir eve götürdü. Boğazlı insanı cana yakın ve  konukseverdir. Aralık ayı buz gibidir. Konuk edildiğim evde  soba yanıyordu, sıcacıktı. Odayı ısıtan  sobada yanan tezek değil,  insan yüreğiydi.  Asıl sıcak olan  yöre insanıydı. Köye gelen öğretmenleri bağrına basan  o sıcak insanları asla unutmadım. Yaşar Kotan, Mehmet Dağıstan ve  Nuri Okur (Nuri Dede)’un candan dostlukları benim en  değerli hazinemdir. Nuri Dede’yi yıllar önce kaybetmiştik.  Bugün adlarını unuttuğum diğer köylüleri de anmalıyım.

23 eylül 2017, yazdan kalma sıcak bir cumartesi günü. Erzincan’dayım. Erzincan Otogarında sonbahar hareketliliği yaşanıyor. Saat 13.00’e doğru, Çayırlı’dan gelen Başak Tur,  Erzincan’a,  dağ köylerinin sıcaklığını taşıyor. Otobüs, sanki bütün köyleri sırtlayıp getirmiş.   Gözlerim Yaşar Kotan’ı ve   Mehmet Dağıstan’ı  arıyor…  Onlar da yola çıkmış olabilir, diye araçtan inenleri dikkatle izliyorum. Boğazlı köyünden tanıdığım kimseye rastlayamıyorum.  Pos bıyıklı, saçları kar beyazı  bir dede ağır ağır iniyor araçtan. Tedavi için yola çıktığı anlaşılan  bir yaşlı  onu izliyor. Kucağında çocuklarıyla inen anneler ve gençler  de  otogara ayak basan yolcular arasında. Yolcuların bir kısmı aynı araçla İstanbul yönüne hareket edecek. Bazı yolcular  ise farklı saatlerde yola çıkacak. Kar beyazı gür saçları ve sigara dumanından sararmış pos bıyığıyla dikkat çeken dede, akşam arabasına yüklemek üzere araçtaki kolileri ve  çuvalları  indiriyor. Ağzı bağlanmış beyaz çuvallarda peynir, çökelek, tereyağı vb. yiyeceklerin yerleştirildiği  bidonlar bulunuyor.  Köyden toplandığı anlaşılan ve bozayıların henüz keşfedemediği elma, yaban armudu, ceviz vb. meyveler, yükün önemli bir bölümünü oluşturuyor. Kolilere,  anlaşıldığı kadarıyla bal yerleştirilmiş. Çuvallar çok ağır. Otogarda kullanılan yük arabasına el atarken zorlanıyorum. Dedenin ömrü taşıdığı yiyecekleri tüketmeye yeter mi, bilinmez. Bunları belli ki İstanbul’da yaşayan yakınlarına götürüyor. Köyde üretilen yiyecekleri, kentte ekonomik sıkıntı çeken çocuklarına, torunlarına  taşıyor olmalı.

Otogar çok hareketli. Sonbahar, otogarları âdeta sebze ve meyve haline çeviriyor.  Patates, soğan, kuru fasulye, taze fasulye, pancar, konserve, nohut, mercimek, elma, armut, ceviz, üzüm, kuşburnu, dut kurusu, kuru kayısı, domates, salça, pestil, ekmek, tulum peyniri, çökelek, tereyağı, turşu, marmelat, pekmez, bal, et, sakatat  vb. yiyecek kolileri, otogarın demirbaşları arasında. Bazı  illerimizde  bu liste fındık,  fıstık, pirinç, mısır, zeytin, zeytin yağı, kuru incir, kaşar peyniri, otlu peynir, un, civil peyniri, cevizli sucuk, kivi, muz, lahana, kaz vb. yiyeceklerle daha da zenginleşiyor.

Bir araç sahibi,  odundan  tezeğe kadar akla gelebilecek her şeyin otobüs bagajlarında yolculuk şerefine nail olduğunu belirtiyor. Arkadaşım Özgür Gündüz,  otobüs bagajında at arabası  tekerleğinin  ağırlandığına tanık olan   yolculardan.

Hareketlilik araç sahipleri ile sürücülerini de etkiliyor.  Bunca yükü araca nasıl sığdıracaklar?    Üst üste yerleştirilen kolilerden patlayan, akan ve dağılanlar oluyor. Ağır yük, araç güvenliğini tehlikeye sokuyor. Özellikle fren sisteminde sorunlar yaşanıyormuş. Bunca yükü kaldırıp indirmek, otobüslerde düşük ücret karşılığında çalıştırılan servis memurlarını sakat ediyor. Kimi bel fıtığından yakınırken kimi de takım elbise ve kravatla çıktıkları yolculuğun, kir pas içinde sona erdiğini belirtiyor. Servis memuru olarak adlandırılan otobüs çalışanlarına çocukluğumuzda ‘muavin’ derdik. Onların otobüs sürücülerini yönlendiren komutları bizim için olağanüstüydü:

Gel  gel gel gel! Sağ yap, topla gel! Hoop!..

Bazı yolcuların, boyunu aşan kolilerle birlikte görüntülendiği de oluyor. Çuvallar dolusu patates ya da soğanla verilen pozların, servis memurlarını depresyona sürükleyen etkenlerden biri olduğu ifade ediliyor. Sıkıntılara karşın, Erzincan’dan Batı illerine hareket eden otobüs sürücüleri, yolcuları kırmamaya özen göstererek  bir mucizeye imza atıyor:

Otogarda yükselen yiyecek kolilerinin tamamı taşınıyor. İlk araca sığdırılamayan koliler ikinci araca, o da olmazsa aracın arka koltuklarına yerleştiriliyor.  Ön sıralarda oturmaya hak kazanan şanslılardan biri değilseniz, arka koltuklarda ağırlanan yiyecek kolilerine yoldaş olabilirsiniz. Memleket ürünleri şifalıdır. Burnunuza  gelen nefis tulum  peyniri ya da bal kokusu, ömrünüzü uzatabilir.   

Erzincan, İstanbul’a taşınıyor! Bir kent fasulyesiyle, tandır ekmeğiyle, tulum peyniriyle, patatesi ve soğanıyla düşüyor İstanbul yoluna. Otobüsler Erzincan’ı sırtlıyor. Erzincan; dağ köyleri, ovaları, bütün tarlaları,  meyve ağaçları, keçileri, koyunları, büyükbaş  hayvanları,  arı kovanları ve akla gelmeyen her varlığıyla İstanbul’a  taşınıyor.

Erzincan Otogarı, İstanbul’un arka sokaklarında açlığa mahkûm edilmiş eş ve dostun,  çoluk çocuğun yavan ekmeğine katık edeceği çökeleği ve ekmeği sırtlayan babaların, annelerin, dedelerin,  anneannelerin, babaannelerin buluştuğu mekân oluyor.  Çoğu belki ilkbaharı göremeyecek olan bu yaşlı insanlar, varlık içinde yokluğu yaşayan bir ülkede, umutlarını önümüzdeki sonbahara saklıyor. Bu eylül,  onların son baharı  olabilir. Onlar belki bir daha sonbaharı göremeyecek, ama  onların bu yaşama tutunma azmi ve  umudu, insanlığı ayakta tutan büyük güç kaynağı olmaya devam edecektir.

  (Körfez, 24 Eylül 2017)

Yorumlar   

0 # Hayri Sarı 03-12-2017 13:53
Dört yıl önce kızımı Aşkale'ye öğretmen olarak götürdüğüm günleri yaşar gibi oldum öğretmenim. Çok güzel anlatmışsınız. Mesaj da çok anlamlı olmuş. Bu güzel insanların, Anadolu'nun özverili çabaları döndürüyor çarkları. Teşekkürler... Elinize, yüreğinize sağlık...
Cevap | Alıntıyla Cevapla | Alıntı
0 # Hüseyin Dağıstan 28-03-2021 16:18
Sevgiyle sizi selamlıyorum.
Kaleminiz, yüreğimize dokundu.
Beni çocukluğuma kadar götürdünüz.
Sevgiyle bakiyordunuz
Bize. o kadar nazik ve kibar yaklasiyordun ki...
Bizleri incitmemek için elinizden geleni yapıyordunuz.
Teşekkürler hocam.
Cevap | Alıntıyla Cevapla | Alıntı

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile

0
0
0
s2sdefault