Sakarya Kayalar Reşitbey’den Pamukova’ya hafta sonu tatilini geçirmek için gittiğimde 28 yaşındaydım. Tarihi kesin olarak hatırlıyorum: 11 Kasım 1994. Pamukova Lisesi Coğrafya Öğretmeni Hatem Ofli, eşi Hülya Hanım, kızı Nilgün ve Sakarya Devlet Hastanesi hemşirelerinden Sevgi Çavdar’la birlikte komşusu İbrahim-Hayriye Satık çiftini ziyarete gelmişti. Hatem Öğretmen’le el sıkıştığımızda 42 yaşındaydı. Sobayla ısıtılan evde birkaç saat sohbet etmiş, yeniden görüşmek dileğiyle vedalaşmıştık.
Ofli ailesi, 11 Kasım 1994’ten itibaren yaşamımın ayrılmaz bir parçası olmuştu.
Hatem Ofli (1952), Erzurum Aşkale (Kandilli) Karabıyık köyünden Hafız Hasan’ın oğluydu. Muhafazakâr bir ailede gözlerini dünyaya açtı. Babası, Karabıyık’ın çalışkan, tutumlu, ancak otoriter köylülerindendi. Sabah erken saatte tarlaya gidebilmek için rahat yatakta uyumazmış. İşlerin yoğun olduğu yaz aylarında az uyumak, daha çok çalışmak için yumuşak yün yatak kullanmazmış.
Karabıyık köyü, Kandilli’ye yaklaşık iki km mesafede. Birkaç yıl öncesine kadar, 9. Kolordu Komutanlığına bağlı 6. Zırhlı Tugayı, Kandilli’deydi. Kandilli’de görev yapan askerler, lisede okuyan çocuklarını cemseyle (GMC) Erzurum’a gönderir. Karabıyıklı Hatem, kışın dondurucu soğuğunda Karabıyık’tan yürüyerek Kandilli’ye, ordan da, asker çocuklarıyla birlikte Erzurum’a gider.
Bin 853 rakımlı kentte, cemsede yolculuk, kışın kolay değildir.
Köylülerin çoğu okula giden çocuklarını oturmakla eleştirir. Kol gücüyle çalışanların öğrenciliğe bakış açısı, olağan karşılanabilir. Erzurum Lisesinin Karabıyıklı öğrencisi, cebinde beş kuruş olmadan okul yoluna düşer, eve döner dönmez köy işlerinde çalışır.
Liseyi bitirdikten sonra köylüsü Hülya Turan’la evlenir. Karabıyık’ın aydınlık yüreği, eğitmen Ahmet Turan’ın kızıyla yaşamını birleştirdiğinde lise mezunu bir delikanlıdır. Liseyi bitirir bitirmez Erzurum’da Askeri Ağır Bakım ve Tamir Fabrikasında (9. Kolordu Komutanlığı 55. Bakım Merkezi) işe başlar. Bir süre sonra Atatürk Üniversitesi Eğitim Fakültesini kazanır.
NUSAYBİN AKARSU’DA ÖĞRETMENLİK
Nusaybin Akarsu’da göreve başladığında biri kız, iki çocuk babasıdır. Nusaybin’de tanıdığı insanlar onun yaşamında önemli bir yer tutar. Nusaybinlilerin konukseverliğinden etkilenir. Nusaybin Akarsu, geleneksel katı değerlerle yetişmiş Erzurumlu genç öğretmenin ön yargılarından kurtulmasında önemli rol oynar.
Erzurumlu Dadaş, bölge insanının yaşamına tanık olduktan sonra onları daha çok sevmeye başlar.
Askerlik görevini İzmir Çiğli’de asteğmen olarak yapar. Askerlik dönüşü Kars Ticaret Lisesine atanır. Marmara Depreminde yitirdiğimiz Selahattin Senemoğlu ile aynı okulda görev yapar. Kars Ticaret Lisesi, meslek yaşamının dönüm noktasıdır. Okulda, vatana ve millete adanmışlık duygusuyla çalışır. 12 Eylül darbesinden sonra bazı yöneticilerin görevine son verilir. Okula uygun müdür arayışına giren yetkililer, Erzurumlu Hatem Ofli’yi müdür olarak görevlendirir.
Kars Ticaret Lisesi Müdürü Hatem Ofli, görevini başarıyla yürütür.
PAMUKOVA LİSESİ YILLARI
Kars’tan, kendi isteğiyle, Sakarya Pamukova Lisesine atanır. Pamukova Lisesinde 1995 yılına kadar çalışır. Doğruları savunma cesaretinden dolayı çeşitli sorunlar yaşar. Birlikte çalıştığı liyakatsiz öğretmen O. D, Pamukova İlçe Millî Eğitim Müdürü olarak görevlendirilir görevlendirilmez imza attığı bir karar, buna örnek olarak verilebilir. ‘Müdür’, koltuğa oturur oturmaz, meslektaşını Pamukova Akşam Sanat Okuluna ‘sürgün’ eder!
Kişisel çıkar için eğilenlerin bu kararına aldırış etmez.
Eğilmeyen insan olmanın mutluluğuyla işine dört elle sarılır.
Eğilenlerin utanç verici eylemleri ‘sürgün’le de sınırlı kalmaz. Pamukova Lisesinin 8. sınıfında okuyan oğlu Erdem, Ankara Fen Lisesini kazandığında, Resim dersine, alan öğretmeni olmadığından, birlikte çalıştığı bir öğretmen girer. Çakma Resim öğretmeni, okulun başarılı öğrencisine Resim dersinden düşük not vererek cezalandırır!
1995 yılında, Pamukova’dan arkadaşları Burhan Çağlar, Erdal Aslan, Fevzi Söyler, Hayri Övün, İbrahim Satık, Nazif Er ve Sadettin Genç’e veda ederek Kocaeli’ye taşınır.
KOCAELİ ALPARSLAN ORTAOKULU
1995 yılında Kocaeli Derince 15. Kolordu İlköğretim Okuluna atanır. Derince Yenikent’te kooperatif dairesinde oturduğundan, Esentepe Mahallesi’ndeki okula gidiş-dönüş zordur. O tarihte, Esentepe’ye toplu ulaşım olanağı da henüz yoktur. Kısa bir süre çalıştıktan sonra dönemin Kocaeli İl Millî Eğitim Müdürü Himmet Coşkun Çakır’ın kapısını çalar, sorununu iletir. Müdür, yardımcısını arayarak yakın bir okula atanması talimatını verir.
Kırk üç yaşındaki genç öğretmen, ilk kez kişisel bir sorununun çözümü için yetkililerin kapısını çalmıştır.
Görüşmeden sonra Derince Alparslan İlköğretim Okuluna ataması yapılır. 1999 Marmara Depremi’nin ardından Derince Yenikent’te Öğretmenler İlköğretim Okulu hizmete açılır.
Son görev yeri, Öğretmenler İlköğretim Okulu olur.
EVLAT ACISINI YAŞAR
SSK Derince Eğitim Hastanesinde çalışan Kızı Nilgün Ofli Canerik, 2003 yılında kansere yakalanır. Görev yaptığı kurumda görevli doktorun ihmali, hastalığın yayılmasına yol açar! Aile, kızının, Marmara Üniversitesi Hastanesindeki tedavisi için seferber olur, Kocaeli-İstanbul arasında mekik dokur.
Kızının tedavisinden dolayı 2004 yılında emekliye ayrılır. Bir ayağı Kocaeli’de, diğer ayağı İstanbul’dadır. Eşi, çocukları ve damadıyla birlikte zorlukları göğüslemeye çalışır. 24 Şubat 2006’da çalan telefon, 35 yaşındaki kızının acı haberini verir.
Marmara Üniversitesi Hastanesinde tedavi gören kızı yaşamını yitirmiştir.
Bir çocuk annesi olan 35 yaşındaki kızı Nilgün’ün ölümüyle içe kapanır.
TANIMSIZ ACILAR
Babamız Hatem Ofli’nin ölüm haberini aldığımda sabah saat 06.30’du. 12 Eylül’de, Gölcük Devlet Hastanesi yoğun bakım ünitesinde verdiği yaşam savaşını yitirmişti. Selin’in gece yarısı yazdığı iletiyi okuduğumda sabah yürüyüşündeydim.
Beyninde saptanan bir kitleden dolayı yaklaşık bir yıldır Özel K. Üniversitesi Hastanesinde tedavi görüyordu. Kemoterapi, ardından ışın tedavisi uygulandı. Işın tedavisinin ardından akciğerlerinde ‘pıhtı’ oluşmuş, yoğun bakıma kaldırılmıştı. Hastanede kontrole gelen hoca, çevresindeki doktorlara şu uyarıda bulunmuştu:
“Atmış yaş ve üzerine ışın tedavisi uygulanmaz!”
Konuşmaya, o sırada doktorların yakınında bulunan kardeşi Selçuk Ofli tanık olmuştu.
Babamıza, 68 yaşında ışın tedavisi uygulanmıştı! Işın tedavisiyle sağlığı iyice bozulmuştu. Hastane yönetimi, ışın tedavisiyle hastayı ölüme sürükleyen sorumlular hakkında herhangi bir inceleme başlatmadı. Hasta, hastane-ev dışında hiçbir yere gitmediği hâlde koronavirüse yakalanmıştı! Tedaviden önce ciddi sağlık sorunları olmayan babamız, tedavinin ardından sağlığını yitirmiş, üstelik koronaya yakalanmıştı. Babamız, hastane/ticarethane için artık ‘gelir’ kapısı olmaktan çıkmıştı!
Hastanenin ‘gülen’ yüzü asılmış, hasta yakınlarına/müşterilerine kahve ikram eden manken çalışanlar kayıplara karışmıştı. Atatürk’ün, “Beni Türk hekimlerine emanet ediniz!” özdeyişi, ticarethaneye dönüşen özel hastanenin tozlu levhasında unutulmaya terk edilmişti.
Hemen harekete geçildi:
“Artık yapacak bir şeyimiz yok. Hastayı pandemi hastanesine gönderiyoruz.”
Gönderdiler.
Bir yıl boyunca ağır tedavi gören hasta, ‘pandemi’ hastanesine kaldırıldığında orda bulunan bir görevli, hasta yakınından habersiz, şunları söyleyecekti:
“Bunun işi bitmiş! Buraya niye getirdiler?”
YÜREK BURKAN VEDA
Hatem Ofli, hilesiz hurdasız bir yaşam sürdü. Kişisel çıkarları için hiçbir zaman eğilmedi. Yetenekli, çalışkan, mesleğine âşık idealist bir öğretmendi. Onun zamanında üç yılda mezun olunan program YÖK kararıyla dört yıla çıkarılmış, AÖF, dileyen öğretmenlere dört yılı tamamlama olanağı sağlamıştı. AÖF programına bir lise öğrencisi gibi hazırlandı. Sınavda yüz tam puan alarak rekor kırdığında kırklı yaşlardaydı.
Beşiktaş taraftarı bir futbol tutkunuydu. Pamukova-Derince’de çocukları ve arkadaşlarıyla top oynardı. Koşmak, keyif aldığı sporlardandı.
Derslerine zamanında ve hazırlıklı girerdi. Düzgün ve okunaklı el yazısıyla hazırladığı ders notları öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarının yararlanabileceği önemli kaynak niteliğindedir.
Halkçı öğretmen geleneğinden beslendi. Onu ‘sürgün’ eden Müdür O. D, atandığı Tunceli’ye gitmemişti! O, en zor koşullarda, Mardin Nusaybin’e, eşi ve iki çocuğuyla birlikte tereddütsüz gitmişti. Vatanına yürekten bağlıydı. Öğrencileri için gösterdiği çaba, vatan sevgisinden kaynaklanıyordu. Atatürk sevdalısı bir Cumhuriyet aydınıydı. Ülkesinin yaşadığı acı verici olaylardan fazlasıyla etkilenirdi. Ülkede yaşanan üzücü her olayı kendisine dert edinir, güzelliklerle övünürdü.
Gösterişten uzak yaşardı. Emekli maaşının önemli bir kısmını kitaplara ayırırdı. Derince’deki apartman dairesi ile yirmi yıllık arabasından başka bir varlığa sahip değildi. O, hiçbir zaman küreselleşme çağının insanı olmadı. 1990’lı yıllarda kendisine sunulan dershanede çalışma önerisini düşünmeden geri çevirdi. Parayı değil, başarılı bir Coğrafya öğretmeni olmayı yeğledi.
Toplumsal ve siyasi kirlenmeye karşı durdu. Kahvehanede taş ‘çalan’lara bile öfkelenirdi. Yalnızlık, kirlenmeye karşı geliştirdiği bir tür dirençti. Kirliliğin olağan karşılandığı bir dönemde tertemiz kalma çabası, onu yalnızlığa bir anlamda mecbur etti. Kirlenmiş yığınlar içinde temiz kalmayı başarmış ender insanlardandı.
1952 yılında Erzurum Aşkale (Kandilli) Karabıyık köyünde yokluk ve zorluklarla başlayan yolculuğu 68 yıl sürdü. Kızını 35 yaşında kaybetmişti. Kızından 33 yıl fazla yaşamak ona acı vermiş, kendisini borçlu hissetmiştir.
Ticarethaneye çevrilen hastanede ona yaşatılan acılar yüreğimize ağır bir yük olarak çökmüştür.
Tanımlanamayan, sınıflandırılamayan acılar vardır. Yüreği aydınlık babayı ebediyete uğurlamak, tanımsız bir acı olarak yüreğimize oturmuştur. Onu, 13 Eylül’de, toplumun üzerine karabasan gibi çöken salgın sürecinde sonsuzluğa uğurlamak, sınıflandırılamayan acılara bir yenisini eklemiştir.
Derince’de, on dört yıl önce ayrıldığı kızına kavuşan babamızı saygıyla, sevgiyle, özlemle anıyoruz…