Onları dikenlerin çoğu bugün aramızda değil. Minik avuçlarıyla sulayan öğrenciler çoluk çocuğa karışmıştır. Yaşını başını almış olanlardan kazma küreğe sarılanlar, fidanları toprakla buluştururken kendilerini hiç düşünmemişlerdi. Birçoğu, belki ağaçlar büyümeden yaşama veda etmiştir. Okul bahçesindeki fidanlar büyüyecek, yaz sıcağından bunalanları ferahlatacaktı. Belki bir anne gölgesine sığınacak, kucağındaki bebeğe ninni söyleyecekti. Top koşturan çocuklar çam ağaçlarının gövdesine yaslanacak, kana kana su içeceklerdi. İki arkadaş, çamların yanı başında bir araya gelip sohbet edecekti. Bağlama ya da gitar çalan gençler mini bir konser verecekti.
Okulun tecrübeli öğretmeni cümbüşüyle çevreye mutluluk saçacaktı.
Çamlar büyüdü. Onları dikenlerden veda edenlerin gözü arkada kalmadı. Mutlu bir şekilde ayrıldılar. Çam sadece ağaç değildir. Mahalleye yayılan ferahlık, kuş cıvıltısı, çocuk çığlığı ve kahkahadır. Yalnızlığa, bencilliğe ve kirlenmeye direnmektir. Okul bahçesinde on dakikaya birkaç oyun sığdırmayı başaran çocuk sevincidir. Saklambaçtır. Kuş yuvasıdır. Yuvada gagası açık anne yolu gözleyen minik kuştur. O kuşları dakikalarca seyreden Elif’tir, Gamze’dir, Özlem’dir, Ezgi’dir, Umut’tur.
Demirbaşlarda ağaçlarla ilgili bilgi yok. Devlet kayıtlarında, bahçedeki ağaç sayısı, türü vb. bilgilere rastlanmıyor. Ağaçların kaydını öğrenciler, emektar öğretmenler, mahalleli tutuyor. Onlardan biri de ağaçlara büyük emek veren Nurettin Altunok‘tur. Ona sorulduğunda, komutanına tekmil veren bir asker kadar rahat ve güvenle gerçeği haykıracaktır. Bugün aramızda olmayan Turgut Keskin’in, yıllarca okula kâğıt taşırken, soluklanmak için çam ağaçlarına yaslandığını acaba kaç kişi biliyordur? Ya Mehdi Altan? Okul için âdeta canını veren efsane muhtarın o ağaçları gözünden bile sakındığı kimin aklına gelmiştir?
Çocuklar çamlarla birlikte büyümüş, gölgesinde oynamışlardır. Her on dakikada bir sevinçle onlara doğru koşmuşlardır. Kuşlar, kendileri için güvenli bir yaşam alanı bulmuşlardır. Çocuklarını bekleyen anneler çam ağaçlarının altında örgü örmüşlerdir.
Çorak iklimde yetişenlerin hışmına uğradı çamlar. Bütün bir ülkeyi kendileri gibi çoraklaştırmak isteyenlerin balta darbelerine direnemediler. Onlara kol kanat germesi gereken ‘uzman’ların kayıtsızlığı, balta darbelerinden de acıdır.
Ağaç gövdelerine indirilen darbelerden en büyük yarayı, yüzyıllık bir kurum almıştır.
Şimdi çamlar yok artık… Çocuk oyunları çalınmış, bebekler ninnisiz bırakılmıştır. Kuş yuvaları dağıtılmıştır. Okul bahçesinde kuş cıvıltıları duyulmaz olmuştur. Ağaç gövdelerini kucaklayan minik eller havada kalmıştır. Bunaltıcı sıcaklarda okuldan mahalleye yayılan o serin rüzgâr kesilmiştir.
Kavimler Kapısı’nda, çağ dışılığın, kadim bir medeniyetin zenginliklerine duyduğu öfke yıkıcı ve kıyıcı olur. O yüzden ağacın, kurdun kuşun, börtü böceğin, sudaki balığın, tarihin, kültürün karşısında konumlananların eylemleri akıl ve izanla açıklanamayacak türdendir. Ne var ki, Türkiye’nin geleceğinde, terfi-taltif için ağaca kıyanlara yer yoktur!
(Dilovası, 8 Mayıs 2019)